19 Ekim 2010 Salı

kalabalıktan nefret ediyorum.

Kalabalıktan, hengameden, kargaşadan nefret ediyorum. İnanılmaz bunalıyorum, depresyonlara gelesim oluyo. Hacettepe denen okulda da tam olarak bu kavram hakim. Maltepe Gençlik Caddesi'nde otobüs bekliyorum sabah. Otobüs durağında durmadan geçiyor otobüsler, tıklık tıkış. 2, 5, 10, 15 otobüs geçiyor (ekseriyetle ikarus) ama kapılara yaslanmış suratlar var o derece dolu. 9'daki derse gitmek için 8'den 8:35'e kadar bekliyosunuz azıcık boş gelmesini. binlerce insan geçiyor gözünüzün önünden ama siz binemiyorsunuz. Bu dönem sıhhiye'den binmedim daha, demek orda ne efsanevi bir otobüs kuyruğu oluyor böyle dolu gidiyorsa hepsi.

Sonra okula varıyorsunuz. Bölümde sınıflarda iğne atsan yere düşmüyo. İstatistik zaten kalabalık, talebin yüksek olduğu bir bölüm (niye olduğunu hala anlayamıyorum, beyin bedava heralde ondan. millet delirmiş a.k.)  bir de kontenjan artması, alttan alanlar (ben gibi) ve kredi doldurma paniğiyle ders alanlarla beraber sınıflar oluyor 6,02x10²³ kişi. 1 mol insan var sınıfta. Bilgisayar lab'ına gideceksen erken git, yoksa boku yedin. Ya birisiyle masa paylaşıcan, ki benim gibi artık tanıdığı herkes bölümden mezun olmuş kişiler için çok sıkıntılı bir durum bu, ya da en arkada tek başına bi sandalyede takılcan (which is what I do). Şahsına münhasır bir bilgisayar bulma olasılığın zaten yok. Hocalara da yazık. Sınıftaki herkes 1 kere fısıldasa pandemonium gibi gürültü oluyo. Bugün duygu hoca'ya bi kız "hocam lütfen sınıfta sessizliği sağlayıp sesinizi de yükseltir misiniz duyamıyorum" dedi. Acayip ayar oldum kıza. Duygu hoca da böyle genç, iyi niyetli falan görünüyo öğrenci diş geçirmeye çalışıyo. Yiyosa Hüseyin hoca'ya deseydi onu. Bak nası herkesin içinde itin g**ne sokardı o kızı. Çünkü sınıftaki gürültünün kaynağı belli. Sen yanındaki geveze arkadaşına susmasını söyle hocaya kerkineceğine. Zaten bu aptal düzene ve saçma öğretim sistemine isyan etmek yerine elinden geleni yapıyo kadın öğretmek için, bi de sövme oluyo. Valla üzüldüm ve takdir ettim. Bu dönem çok değişkenli'yi geçersem (ki geçicem, o 2 milyar kişilik sınıfta boş bulduğum en arkadaki sandalyeye çöküp masa bile bulamadan, kucağımda not alarak o dersi dinlediysem o ders geçilmiş sayılır) Duygu hoca'ya çiçek yollicam çabalarından ve sabrından ötürü. Zira dersten birşeyler kapabildim en arkada oturmama rağmen. Ama buna bi çözüm bulmaları gerek. Ders lab dersi ama hoca tahtada bi şeyler anlatıyo, ama hadi yarın SPSS olayları gelicek o zaman boku yicez. 3 kişiye 1 bilgisayar. Hayır bölümde totalde 150'den fazla bilgisayar var ama öyle bi kalabalığı nereye koyarsan koy insan tarlası olur. 2 şube de yapamıyolar bölüm politikası ve bazı saçma nedenlerden dolayı. Geçen sene bu dersi aldığımda bu kadar kalabalık değildi. Gerçi dönem başında böyle herkes bi gazla derse gelir, sonra vazgeçer. Ben öyle yapmamıştım. Ben bu derse baya emek vermiştim geçen sene, ödevler, sunumlar yapmıştım, kütüphanede çalışmıştım ama final dönemine yakın yine aptal aptal distraksiyonlar nedeniyle finalde başarısız olmuş ve tüm emeklerime yazık etmiştim. Bu sefer final zamanı öyle olmamasını bizzat garantiliycem.

Neyse, dersten çıktınız, öğlen yemek yiyeceksiniz, yemekhanede insanlık dışı bir sıra. Yüzlerce metre, döne dolana dışarı kadar taşıyor. City center'a girebilmek için bile sıra var. Yemek alabilmek bir mucizeye bağlı zaten. Hadi aldınız, yüz kişinin ortasında dirseklerinizi hareket ettiremeden yiyorsunuz ve yemeğinizi bitirmeye yakın sırtlan gibi masanızı kapmak için lokmanızı sayan tipler var.

Ve sonunda akşam oluyor herkesin dersi bitiyor. Ama o akşam otobüs ve servis sırası var ya... Sıra değil o, karanlık madde. 2-3 kişi daha eklense süpernova patlaması olacak. Öyle bir insan topluluğu görülmedi. Dünyanın tüm çiçekleri diyorum size. Ağrı'daki kardelen çiçeğini de istiyorum. Hakkaten dünyanın tüm çiçekleri o sırada. Bugün özge'yi görmek için acelem vardı, dersten çıkıp o muhteşem sırayı ve insan yoğunluğunu görünce acayip paniğe kapıldım. Ders bitişi 4:45 eğer o sırayı bekler bi de lanet iğrenç ikaruslara denk gelirseniz şehre varma saatiniz : 6:30-7:00. Servisler bile efsane sıralara sahip. Shuttle'dan eser yok, zaten 2352 saatte bi tane var, o talebi karşılaması mümkün değil. Dolmuşları düşünmek bile istemiyorum, küçücük alete beş bin kişi doluşuyo. Kısacası bi ülkeye gitmek için kendini parçalayan mülteciler görüyodum yani bu akşam ders çıkışında, o görüntü onu anımsattı bana. Arabayı aramadım değil ama, varlığı da ayrı bi dert. Yok stikırı yok benzini yok kaza bela. Aman benden ırak olsun Baran Tunç'a yakın olsun. Bi de arabaya alışmak istemiyorum, sağlıksız bi gereç. Ben yine aksiyonlu şekilde gitmeyi tercih ederim gideceğim yere. Hiç değilse toplu taşımada trafiğin stresini sen çekmiyosun dur kalk.

Neyse napsam napsam dedim, baktım olacak gibi değil ben de otostop çektim bi 10 dakika sonra birisi durdu allahtan, Etimesgut'a gidiyomuş, atladım hemen eskişehir yolunda inip Kızılay'a giden çok sayıda otobüsten birine bindim rahatça gittim sevdiceğimi görmeye. İşte okulda 2. senenizde yapmayı beceremeyeceğiniz ve saf saf sıra bekleyeceğiniz bir durum. Zaten sıradakilere bir anket uygularsanız ya acelesi olmayan adamlar, ya çömezler ya da pasif kişiliklerdir. Ama lanet olsun ki okulda organizasyonsuzluğun bini bir para, hatta 50 kuruş. Hatta yanında promosyon olarak stres hediye.

Ama kısacası, hayat Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü'nde bok gibi. Bu okula bu yüklemeyi yapan kim, kontenjan mı artırdılar, ne yaptılar, nasıl, neden. Delirecem ya şu son senemi kazasız belasız kavga gürültüsüz bitirip gitmek istiyorum. Gerçekten çok pişmanım zamanında bitirip o skimsonik kağıt parçasını alıp kenara koymadığım için. Okul bitsin o kadar rahat edicem ki. Bu sene bitmesi için de ne gerekiyosa yapıcam, etse et satıcam donsa don sıyırıcam. Bu okul eskiden çok güzeldi, nezih ve düzenliydi, tamam sabahları yine o gazze şeridi oluşuyordu otobüslerde, ama en azından öğrenci sayısı kampüs içinde normal sayılabilecek ölçülerdeydi. Yaşanabilir bir yerdi yani. Şu an böyle insanlar üstüme geliyo öğlen veya akşam kampüste yürürken. Nasıl oldu da bu kadar insan birikti? Artık resmen ters psikoloji yapmaya çalışıyorum, insanların hangi saatte nereye yüklendiklerini kestirmeye çalışıp tam tersini yapıyorum. Mesela 12 dersim biterse yemek yemiyorum kesinlikle. Çünkü yemek yeme mekanlarının hepsi ya. HEPSİ mi tıklım tıklım olur. Yemekhaneyi çok seviyorum, yemekleri on numero ve çok ucuz. Ama yemek alabilmek namümkün. Çok üzülüyorum orda yiyemediğim için. Tamam o sırada bekleyenler de insan ama gerçekten o sıra insanlığın dışına doğru hareket etmişti en son gördüğümde. Korkunç. Ben de öğlen dersim biterse kampüste oyalanmıyorum. O sırada otobüsler bomboş olduğundan basıp eve gidiyorum ve evde yiyorum biraz açlığa dayanıp.

Şimdi ders çalışma zamanı gelince asıl kütüphane çilem başlayacak. Geçen sene yine bi nebze katlanılabilirdi. Ama insan sayısı giderek artıyo ya ben anlam veremiyorum niye artıyo. Bu sene de karşılaşılacak sıkıntılar belli : boş masa bulamamak, bulsan da etraftaki boktan kalabalık ve gürültü yüzünden konsantre olamamak, habire sigara arasına girip çıkan, sürekli devinim halinde olan insanlar, biraraya gelince rahat duramayıp konuşan tipler... Offf...

Bu sene şu çileleri son kez çekmek ümidiyle ve gayretiyle. Bunu okuyan ve henüz o aptal sınava (adı ne bok oldu bilmiyorum, ÖSS mi GÖTSS mi artık şaşırdılar ne yapacaklarını) girmemiş olan varsa Hacettepe'yi tavsiye etmiyorum. İstatistik okuyacam diye kendinizi paralıyosanız da gidin ODTÜ'de, Ankara Üniversitesi'nde falan okuyun. Ama bana sorarsanız İstatistik de okumayın Türkiye'de 3256236347643734235 tane oldu istatistikçi. İstatistik uygulamayı beceremeyen, önem vermeyen, Data Mining'in ne olduğunu bilmeyen bir ülkede o kadar istatistikçi napacaksa. Benim gibi yazılıma çizilime boka püsüre kayacak işte. En güzeli napın biliyo musunuz evde oturun JAVA kasın. Yeminediyom. En süper işleri bulursunuz üniversiteye falan gerek yok. Ben kendi kendime hırs yaptığım, şuraya getirene kadar seyreltik de olsa bi emek sarfettiğim, geleceğime faydası olacağına inandığım ve eğitime şöyle veya böyle önem verdiğim için bu okulu dişimi sıkıp bitiricem. Hayat benim için o andan sonra başlayacak. Oh be dünya varmış diyecem. Üniversite mezunu olamamak kendime asla yakıştıramayacağım bir şey. Sadece dua ediyorum bana bu sene az işkence çektirsin allahım. İnsanlarla papaz olmiyim. Güzel güzel nezih bi şekilde derslerime gidip geliyim.

Siz siz olun, hayatınızın geri kalanını etkileyecek kararları verirken saçma bir atarla "öf tamam bu olsun" demeyin.

14 Ekim 2010 Perşembe

f(a,b,....z,ɑ,.....ω,А,....Ж,....)

Hayat karışık bi fonksiyon. Etrafınıza baktığınızda gördüğünüz her şey birer fonksiyon. Otomobil, duvar, kıyafet.
Göremediğiniz şeyler de birer fonksiyon. Domain ve Range değerleri var. Duygularınız bile birer fonksiyon. Etkilendiği şeyler var, etkilediği şeyler var.

Lise 1. sınıfta fonksiyonları işlerken alt katımızda oturan makine mühendisi uğur abi, fonksiyonların ne kadar önemli olduğunu söylemişti. Oldukça haklıymış. Sadece matematik ve diğer fen dersleri anlamında değil, genel olarak fonksiyon çok çok genel bir kavrammış. Zaten Lise 1'de sadece matematik dershanesine gitmiştim. O nedenle istemesem de fonksiyonları baya iyi öğrendim. İyi ki öğrenmişim.

Mesela. Gökkuşağını ele alalım. f(güneş açısı, yağmur yağma tarzı, bakan gözün bakış açısı, hava kirliliği....) gibi girdiler var. çıktılar ise parametrik : gökkuşağının boyu, renklerin sayısı... gibi. renklerin sayısı burda bir alt fonksiyon ve constant değeri var, 7. spektrumda elde edilen renk sayısı = f(maddenin özellikleri, kuantum fiziği kuralları, ....) = 7 gibi.

İnsan mesela evrenin en ilginç fonksiyonlarına sahip. İnsan vücudu. Çok garip bir fonksiyon. Enerji sentezleme fonksiyonu, düşünme fonksiyonları. Bir ton garip fonksiyonu var. Anne karnı, çocuğu geliştiren ve büyüten, çok minimal inputlarla çok net bir output (insan) yaratan bir fonksiyon.

Fonksiyon kelimesini zaten matematikteki anlamı haricinde de kullanıyoruz. "Bu aletin fonksiyonu/işlevi şudur" diye. Diyelim o alet bir yan keski olsun. O alet, bir nesnenin haricinde bir fonksiyon. yapılan iş = keski(insan gücü, kullanım doğrultusu, beceri, estetik...) daha düşünemeyeceğimiz bir sürü input'u olan bir fonksiyon. Yapılan iş için de genel range kümesi : {kablo kesme, ceviz kırma, insan parmağı kesme, boş boş kapatıp açma,...} gibi değişik olaylar olabiliyor. Bu domain ve range kümeleri hayal gücünüz doğrultusunda sonsuza yakınsayabiliyor.

İşte programlamada da fonksiyonlar ve nesne ilişkisi var. OOP kullanıyorsanız özellikle, nesnelere bir çok fonksiyon verebiliyorsunuz. Orda daha abstrakt düşünmeniz gerektiği için, aslında hayattaki gerçek örneklere ne kadar yakın bir iş yaptığınızı kestiremiyorsunuz bazen. Ama bildiğiniz bir input düşünün, mesela buton. Gerçek hayattaki bir buton'dan hiçbir farkı olmayan bir buton objesi yaratabilirsiniz Obje Yönelimli Programlamayla. Bir asansör düğmesi tasarlayan endüstri veya makina veya elektronik mühendisiyle, ihtiyacı olduğunda belli işlevleri yerine getirecek bir buton tasarlayan yazılım mühendisi arasında hiçbir fark yok. Biri fiziksel biri sanal, o kadar. Kavram aynı ama. İkisinde de bir girdi (butona basmak) var ve çıktı/çıktılar var.

Siz de düşünün, fonksiyon olmayan bir şey bulamayacaksınız. Henüz insan ırkına nail olmamış gizli boyutlarda veya belirsizliğini koruyan kuantum fiziğinde/string boyutlarında olaylar nasıl gelişiyor bilemem ama, bizim yaşadığımız makro dünyada işler fonksiyon denen olgu üzerinden yürüyor. Eğer matriks gibi hayat ve gözün gördüğü şeyler bi anda yeşil hesaplamalar üzerinde dönseydi, bunların hepsi tanımlı birer fonksiyon olurdu.

Evrende her fonksiyonun bir girdi ve çıktıya ihtiyacı var dedim. E peki bu evren nasıl başladı? İlk hareketini kim verdi? İşte input'u olmayıp output'u olan tek fonksiyon da bu. Yani şöyle : f( ) = Her Şey. Ama nasıl oldu bu? İster Big Bang diyin, ister Allah(c.c.)'nin hikmeti deyin, ama bu input'suz fonksiyon, yani "Yaratma" fonksiyonu, ortada hiçbir şey yokken koskoca evreni, hatta bu şu an üzerinde yaşadığımız input/output'lu fonksiyon sistemini yaratan nasıl bir güçtür? Şu anda her şeyin üzerine kurulduğu bu ekstrem stabil sistemi override edebilen o tek yetkili kavram ne/kim? Hehehehe en kafa karıştırıcı noktayı en sona bıraktım. Şimdi sizleri bu konsepti düşünmekle başbaşa bırakıyorum.

Baybay.