24 Ağustos 2011 Çarşamba

Ebeveyn Fury

Ebeveyn Fury, ebeveynlerin kendilerini ufak, kendi çaplarında Tanrı'lar sanmasıdır. Çocukları da onların kulu oluyor bu durumda.

Çocuk doğduğu esnalarda gerçekten de onun tanrısı ebeveynidir. Çünkü o kadar savunmasız ve zavallıdır ki, iki canlı arasında o kadar muazzam bir fark (fiziksel/zeka) vardır ki, yapacak fazla bir şey yoktur, kendisini onun ellerine emanet eder.

Fakat bu canlı büyüyüp gelişirken, sürekli kendini geliştirirken, ebeveyn hemen hemen yerinde sayar. Tabi yaşlandıkça daha deneyimli olur ama, bebeğin doğumdan itibaren kazandığı deneyimin yanında önemsiz sayılır.

Bebek biraz büyüyüp çocuk olunca, kendi sosyal ortamı oluşmaya başlayınca, farklı "kul"lar görür. Onların tanrılarıyla iletişimine şahit olur. Her dinde tanrı-kul iletişiminin farklı olması gibi, her ailede anne/baba ve çocuk arasındaki iletişim de farklıdır.

Ebeveyn hala çocuk üzerinde çok büyük söz sahibidir bu yaşlarda. Tabi ki her kulun günah işlemesi, tanrının sözünden çıkması gibi, kul da tanrının sözünden çıkabilir, yaramazlık yapabilir ara ara. Ama genel olarak cezası kesin ve itiraz hakkı sıfırdır. Yemek ye dediği zaman yemek yer, uyu dediği zaman uyur.

Sonra çocuk daha da büyür. Aklı gelişir. Her akıllı canlı gibi tanrıyı sorgulamaya başlar. Gücünün sınırlarını sınamaya başlar. Daha başına buyruk hareket etmeye başlar.

Fakat bu olay tanrının hoşuna gitmez. Tanrı, kulları üstünde tam güç istemektedir. Ona olan görevlerin yerine getirilmesini istemektedir. Ama kullar artık uyanıştadır.

İşte Ebeveyn Fury bu esnalarda patlak verir. Kulunun bağımsızlığını ilan ettiğini, kendisine şirk koştuğunu farkeden Tanrı, tüm gücüyle estirip gürler.

Fakat farketmediği şey, karşısındakinin de bilgisi ve gücünün bir Tanrınınkine eşit olmaya başladığıdır. Fakat Ebeveyn, bunu kabul edemez. Onun hala zayıf bir kul olduğunu düşünür. Herkül'ün Zeus'a karşı koyması gibi, çatışmalar geçer aralarında. Halbuki Herkül de bir yarı tanrıdır ve gücü her girdiği yaşla beraber muazzam artmaktadır.

Tanrı hala ona buyruk vermektedir ama onun gücü artık bunlara karşı koymaya yetecek seviyeye gelmiştir. Ayrıca artık daha akıllıdır.

Fakat bazen, Tanrı kulunu hatasını anlaması için serbest bırakma bilgeliğini gösterir. Kulu, gücünü tam idrak edemez, büyük bir hata yapar. İşte orada, tekrar Tanrı'ya ihtiyacı olduğunu anlar.

Eğer her şey için çok geç değil, yapılan hata onarılabilecek seviyedeyse, yeni bir Tanrı-Kul ilişkisi başlar.

Ama eğer Kul, her şeyi dikkatli yapar ve gücünü ispatlarsa, Tanrı, onun üzerindeki gücünün azaldığını hisseder. Ama bunu uzun süre kabul edemez. Hala ona buyruklar vermeye, emir yağdırmaya çalışır, ona olan sevgisini sömürü aracı olarak bile kullanır.

En sonunda, Tanrı, tam bağımsızlığını ilan eder ve kendi kullarını bile yaratmaya başlayacak güce ulaşır. Şimdi Fury sırası ondadır.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Chi

Chi nedir? Chi, tüm dünya ve evreni birbirine bağlayan, her yerde ve her şeyde bulunan bir enerjidir. Pek metafizik sayılamayacak bir şeydir, çünkü gerçek ve belirgin bir kavramdır. Görünmeyen bir şey olduğu doğru ama, bunu manyetik güce benzer biçimde düşünmekte fayda var. Chi de henüz çözemediğimiz maddenin yapı taşında bulunduğunu tahmin ettiğim bir faktördür ve canlı dokularda hareketlenmekte, güçlenmektedir. Tüm bedenimiz etrafında bir manyetik alan gibi, bir aura gibi toplanır, bizi ve çevremizi etkiler, indükler.

Tüm evrende serbest halde bulunmasına rağmen, canlı varlıklar etrafında belirgin biçimde yoğunlaşmıştır. Asıl kaynağı nefes ve zihin/ruh gücüdür ve tüm varlıkları görünmez ipliklerle birbirine bağlar. Yani tüm varlıklar hayatına başlarken aynı kaynaktan, sonsuz Chi kaynağından nemalanmıştır. Ölünce de serbest kalan Chi'leri tekrar aynı kaynağa karışacaktır.

Gerçek kelime anlamı, Çince'de ve Japonca'da "Hava, Buhar, Enerji"dir.

Her insan doğduğunda, atıyorum, 1000 Chi kredisi ile doğar. Chi, sizin saf yaşam gücünüzdür. Anne karnında 4. aydan sonra tüm dokunuza katılmaya başlayan, sizi insan kılan, içinize işlemiş, etinize kemiğinize can veren hayat gücüdür. Sıkça bahsedilen ve çok önemli olan 3 ana faktörü, "Zihin, Ruh ve Beden"i birbirine güçlü biçimde bağlayan kuvvettir. Bu 3 öğe aslında tamamen farklı katmanlar olmasına rağmen, birbirine de bağlıdır. Ama bağın niteliği, gücü de bir faktördür. Bu üçünü çok güçlü biçimde bağlayabilen kişiler, zaten insanlığın doruklarındaki kişilerdir. Bedenlerinden sağlık fışkıran, zihinleri kristal berraklığında, ruhları dingin ve güçlü varlıklardır, insandırlar. Zira bu bağların gücü, Chi üretiminizin ana faktörüdür. Eğer üçü arasında güçlü bir sirkülasyon ve entegrasyon varsa, Chi kaybolmadan, akıp kokmadan tüm varlığınız etrafında dinamo gibi akar ve kendini artırır. Ama bu üçü arasındaki bağ zayıf, üçü birbirinden habersiz yaşayıp gidiyorsa, bir patates olmuşsunuz demektir. Bir tanesi sadece kendini doyurmaya ve anlık tatminlere, öbürü sadece günlük sorunları çözmeye odaklanmıştır, üçüncü ve en önemlisi olan ruh ise unutulmuş, köşede kendi kaderine terk edilmiştir. Chi ise bu üç katman içinde sıkışıp çatlaklardan akar gider.

Başlangıçtaki bu 1000 Chi kredisi, sizin hareketlerinizle, bu üçlü bağı güçlendirmenize göre artar ya da azalır. Dağın mis gibi havasında yaşayıp her gün vücudunu çalıştıran, antrenman yapan, karıncayı bile incitmeden yaşayan, günde birkaç saat meditasyon yapan keşiş, Chi'sini 5000 yapar.

Pislik içinde yaşayan, uyuşturucu kullanan ve polis tarafından yakalanmadığı her günü dünyadaki tek kârı sayan bir seri katil ise, pratik olarak Chi'den yoksundur. Öldürdüğü her kişi, aldığı her can için Chi kaybeder, ruhu ölür. Şuurunu yitirir, zihni artık bedenini, daha önemlisi ruhunu besleyemez hale gelir. Chi'si 500 olur, 200 olur, bir süre sonra bu kişinin Chi'si sıfıra yakınsar. Chi bitmez, en düşük 1 olur. Dünyaya geldiğin andan sonra, hatta öldükten sonra bile, asla yokolmaz Chi, ama çok zayıflar, eser miktarda kalır. Patatesinki kadar olur. Zaten bu noktadaki insan bir patatesten farksızdır. Kozmik enerjiyi algılayamaz, sinyal alıcıları devre dışı kalır.

Kendini unutursun. İnsan olduğunu unutursun.

Voldemort'un o yenildiği anki belli belirsiz duman var ya. Ondan bahsediyorum. Siz de bir Voldemort'sunuz. Ölümsüzsünüz aslında. Ama Harry Potter'ı öldürmeye çalıştığında, annesi onu korumak için kendini feda ettiği için Harry'ye sonsuza yakın bir Chi bağışladı. Voldemortun Chi'si de onu öldürmeye yetmedi. 1 oldu, ve hayatla ölüm arasında bir varlık oldu. Duman gibi yaşa(?)dı.

İşte eğer Chi'nizi fütursuzca harcarsanız, onu geliştirmek için hayat boyu bir şey yapmazsanız öldüğünüzde ve bedeniniz sizi evrene saldığında Voldemort'un o durumunda olacaksınız. Sonsuza kadar. Hortkuluk falan da yok.

Kötülük yapmak, hayata saygı duymamak, çalmak çırpmak, suçluluk duygusu verecek şeyler, hep Chi'nizi düşürür. Zihninizi bıçaklar, ruhunuzu parçalar. Siz bundan suçluluk duymayabilirsiniz, soğuk kalpli ve hatta sadist olabilirsiniz ama ruhunuz bu konuda sizinle hemfikir değildir. O, öldürmemek, kıymamak, zarar vermemek ister. Kendisine zarar vermektedir çünkü o esnada. Tüm evren bir demiştim ya.

Sen bir sinek bile öldürdüğünde, onun Chi'si kadar Chi senden düşer. Sinekte 5 birim Chi varsa, o kadarını kaybedersin. Bedeninle bir olan bir şeye zarar verdiğini düşün, ruhunla bir olan şeye zarar vermek, ondan bir parçayı ezmiş ve yok etmiş olmak demektir.

Dünyadaki canlı tüm varlıklarda vardır Chi. Siz can aldığınızda o kişinin Chi'si ile doğru orantılı miktarda Chi sizden düşer. Bir insan en fazla Chi'ye sahip olandır. Çünkü ruhu ve zihni güçlüdür. Bir atın, bir koyunun Chi'si daha zayıftır çünkü daha basit canlılardır bunlar. Üç faktör entegrasyonu ne kadar yüksekse Chi o kadar yüksek. Ana kural bu. İnsan da bu konuda doğuştan güçlü bir varlık. O yüzden dünyada en yüksek Chi sığası onda. Diğer varlıkların daha düşük. Bir şempanzeninki belki 100. Bir kaplanın 250.

Ama bu, onları öldürdüğümüzde Chi gitmediği anlamına gelmez. Et yediğimizde de Chi'miz düşer. Shaolin'deki hiçkimse et yemez. Hindistan'da inekler kutsaldır, kesilip yenilmez. Demek ki yüksek bir Chi'ye sahip olduğunu veya o tür bir şey düşünüyorlar, ya da gerçekten de öyle. Bir ineğin iç dünyasını bilemeyiz ama belki de yüksek bilince sahip bir canlıdır. Bir insanı kesip neden yemiyorsak hayvanları da kesip yememek gerektiği zihniyeti buradan türemiştir. Nitekim et yediğiniz zaman olan şeylerin bilimsel boyutu da var. Bir hayvan kesilmeden önce ölüm korkusuyla bir takım toksinler salgılıyor. Siz bunları vücudunuza almaya devam ettikçe birikiyor ve yavaş yavaş vücudunuz bu toksini algılayıp ölmekte olduğunu zannederek ölüyor. Kalp zayıflıyor, böbrekler duruyor, vesaire. Ölüyorsunuz. O etini çiğnediğiniz hayvanın ruhuyla, Chi'siyle aynı kazana dökülüyor Chi'niz. Ruhlarınız karşı karşıya geliyor, diz çöküp tövbe istiyorsunuz o hayvandan.

Öldüğünüzde geriye kalan Chi kredinize göre bir forma bürünürsünüz. Artık 1 Chi'niz bile olsa sizi hayatın tüm nimetlerinden faydalandıran etten kaleniz yıkılır. İşte yüzleşme o zamandır. 5000 Chi ile ölen, vücudu onun için sadece bir aksesuar olan, hayatın sırlarına vakıf kişi ile 40 Chi ile ölen, bok herifin ölüm sonrası hayatı bir olamayacak.

Bir tanesi, belli belirsiz, limbo'da, sallantıda bir varlık sürdürür. Formsuz, şekilsiz, duman gibi bir varlık olur. Sonsuza kadar varlık ile yokluk arasında sıkışmış bir hayat yaşar, amaçsızca gezinir. Sonsuz bir ıstırap... İşte bu, bize Cehennem olarak tanıtılan şeydir.

Diğeri ise radyant enerjisi ve güçlü ruhuyla neredeyse fiziksel forma bile sahiptir öldükten sonra. Ayrıca evrenin tüm sırları, tüm bilgisi, tüm enerjisi artık onun ortak malıdır. Kainatın her köşesini aynı anda görür, duyar, hisseder. Sınırsızca faydalanır bu bilgiden ve enerjiden. Galaksilerin meydana gelişini, yok oluşunu, yeni Big Bang'leri ve yeni yaşam formlarını izler. Sınırsız keyif ve dünya üzerinde tadamayacağın güzellikler. İşte bu, Cennet olarak bize tanıtılan şeydir.

İyilik yapmak, bir ağaç yetiştirmek, doğum yapmak yani bir hayat meydana getirmek, içe dönmek ve kendini, ruhunu dinlendirmek (meditasyon), spor yapmak, beden-ruh-zihin bağını güçlendirecek her şey, Chi'nizi artırır. Kendinizi "var" hissedersiniz, kafanız açılır, güvenli ve mutlu hissedersiniz. Öldükten sonra da bu hisler devam eder. Kendinizi evrenin bir parçası olarak, onun yapısına katılmış bulursunuz.

Kötülük yapmak, hayata kastetmek ve zarar vermek, fazla materyalist olmak yani hep cisimsel düşünmek, ruhunu unutmak, bedenini unutmak, Chi'nizi azaltarak bir yerden sonra sıfıra yaklaşmanıza sebep olur. Bu hayatta da mal gibi, kafanız dağınık ve huzursuz yaşarsınız, öbür hayatınızda. Sonsuz bir huzursuzluk ve ruhsal zayıflık yaşarsınız. Beden gidince geriye 2 şey kalır : zihin emareleri ve ruh. Bu hayatta bunların bağını güçlendirmediyseniz, öldükten sonra çok da bir hayat beklemeyin.

Bize yıllardır anlatılan "amanını din bunu emrediyor, şunu yap ki cennete gidesin, bilmemne günahtır" dedikleri, işte bu. Metafizik sayılmaz. Chi'si güçlü olan adam ve Chi'si zayıf olan adamı bu dünyada bile ayırt edebilirsiniz. Bir tanesi ateşte yürüyüp, yemek yemeden aylarca yaşayabilirken, çıplak eliyle tahtayı, demiri kırabilirken diğeri bu güçlerden fersahlarca uzakta, 2 merdiven çıkınca götü başı terleyen ve bundan çok rahatsız olan, en ufak olumsuzlukta morali bozulabilen, ruhu, zihni karışık, güzel şeylerin farkında olmayan, sadece maddeyi, parası pulu olmasını önemseyen, kimisi kötücül, kendi çıkarı veya sadece yapabildiği için canlılara zarar verebilecek, bomboş adamlardır. O para hırsı, Chi'sini öldürdükçe öldürür, iç gözü tamamen kapanır, sadece vücut gözüyle görebildiği şeylere inanmaya, kendi ruhunu öldürmeye başlar. İşte 5000 Chi'si olan adamla 100 Chi'si olan adamın farkı budur. Bir tanesi kendi vücuduna ve ruhuna yatırım yaparken, diğeri bu dünyaya yapar, ölünce hepsini geride bırakacağını anlayamaz.

Bunun böyle olmasında hayat etkenlerinin rolü büyüktür. Günümüz hayatında insanlar birbirini yadırgamakta, birbirine baskı yapmakta. Bu da insanları topluca "iç görüş" ve "ruh dinginliği"nden uzaklaştıran şeyler. Ama bu bir bahane olamaz. Farkındalık her şartta ve her konumda yaşanabilir, doğayla ve evrenle her zaman bütünleşilebilir. Eğer gözünü açmaya isteği olan varsa. Neden bazı insanlar içinde bulunduğu hayattan, düz, para kazan, ye, iç, sıç, öl şeklindeki hayattan rahatsızlık duymaz da bazısı duyar? Yeni yerler görmek, güzel şeyler tatmak, ruhunu beslemek ister? Bu, insanları birbirinden ayıran bir şeydir. Kafa antenlerini açmak, oradan sızan ışığın farkına varmak demektir. Ruh zenginliği yeni yerler görmeden, olduğun yerde de edinilebilir. İnsan, gücünü bulunduğu konum veya yaşadığı hayattan değil, zihin-ruh-beden bütünlüğünü korumaktan alır. Hiçbir statü, bunu korumaya engel teşkil etmemelidir. Çünkü bu bağ zayıfladığı anda, bir tanesi (genelde beden) ihtiyaçları ön plana çıktığı anda, diğer ikisi geri plana itilir ve Chi'niz ölür.

Chi, Hindu'ların ve oradan Çin'e göçen guru'lar sayesinde Çin halkının bin küsür yıl önce keşfettiği, Japon halkının ve bazı diğer kavimlerin de erken zamanlarda farkına vardığı olgudur. Japonlar buna Ki (Qi) demiş ve bazı savaş sanatlarında (Ai"Ki"Do) bu enerjiden faydalanmıştır. Aikido'da sadece teknik ve güç değil, ruh dinginliği, zihnin çevikliği, genel iç huzur da önemli faktörlerdir bu yüzden. Güçlü bir beden, güçlü bir akıl ve güçlü bir ruh, birbirine bağlandığında kişiye yenilmezlik getirir. Bu Do'da (yolda) insanlar yüz, bin yıldır aynı şey için hayatlarını geçirdiler. Japonlar zaten halihazırda mistisizme ve ruhaniyete önem veren, ilginç bir ırk. Onların da binlerce yıllık savaş sanatı geçmişleri, perfeksiyon çabaları var. Çinliler ise 2000 yıllık Kung-Fu'larında Chi'yi yütilize ederler. Budizm öğretileri ve yoğun meditasyon, kişiyi daha iyi bir Kung-Fu'cu yapmaktadır. Tai-Chi de tamamen iç enerjiyi geliştirmeye yönelik bir sanattır. Shaolin Manastırından çıkan herhangi alelade bir keşiş bile, tek başına 5-10 şehir insanı Chi'sine sahiptir. Kelime anlamıyla çelik gibi bir vücuda, arınmış bir zihne ve ruha sahiptirler, ayrıca bu üçünü doğru şekilde birbiriyle ilişkilendirip, birbirine bağlamıştır. Kalın bir tahtayı tek vuruşta un ufak edebilirken, bir boksörün yaptığını yapmaz. Sadece güç ve stamina kullanmaz. Zihninden ve ruhundan da güç çeker. Bunu yapabilmesinin sırrı budur. Diğer fantastik vücutsal gösterileri yapabilenlerin de sırrı budur. Tek başına vücut çok zayıftır zira, ama içinde dolanan enerjiyi doğru kanalize ederseniz, normal gücünün kat kat üstüne çıkarabilirsiniz. Aikido veya Kung-Fu veya vücut enerjisini kullanan herhangi bir savaş sanatında üstün ama sizden fiziksel olarak çok daha güçsüz birine zarar vermeye çalışırsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Vücudunda akan enerjiyi, hatta sizin vücudunuzda akan enerjiyi manipüle ederek hiç beklemediğiniz şeyler yapabilir size. Tüm evrenin en ince dokusuna kadar işlemiş o gizemli madde ile sizden daha bütünleşiktir, evrenle arasındaki ipler daha güçlüdür. Bu da ona farklı bir güç verir. Bu, sihir veya metafizik veya bilmemne değil. Kas kütlesi çok daha az olan bir kişinin çok daha fazla olan bir kişiye göre daha yüksek fiziksel performans sergileyebildiği gerçeği incelenmiş ve kayıt edilmiş bir gerçek. YouTube'u şimdi açsanız onlarca fantastik video bulursunuz bunu gösteren. Sivri nesnelerin delemediği adam, kafasında demir çubuk kıran adam, günde senin benim yediğimizin 5'te birini yediği halde 130 yıl yaşayan gurular.

Buna benzer aydınlanmaların, Tasavvuf ve Anadolu kültüründe de var olduğunu görüyoruz. Tasavvuf felsefesi çok geniş ve benim bilgilerimin çok fazla kapsayabildiği bir alan olmasa da, genel algısını sezebildiğim, benim görüşlerime güzel uyan bir felsefedir. Tüm canlıların "bir" olduğunu ve o "bütün"den koptuğunu algılamıştır. Chi de aslında orada "Nefes" diye çevrilir. Nefes, Chi (Qi) için de bir anlam karşılığıdır. Ne tesadüf değil mi? Hani eskiden kıtalararası iletişim güçlü olsa, dicem ki biri öbüründen görmüş. Hayır. Bu insanlar bağımsız olarak, ayrı ayrı, bu kavramı algılayıp, farklı isimler, yorumlar vermiştir. Tasavvufta da sürekli olarak insanın ruhunu borçlu olduğu şeyin, o bütün olduğunu, öldükten sonra oraya tekrar döneceğini görebilmek mümkün. Yaratıcının bir parçasını bize bahşettiğini bilirler. Zamanında, kimdi hatırlamıyorum, "Ben Allah'ım" dediği için idam edilen bir şair varmış. Aslında demek istediği, "ben O'ndan bir parçayım" olduğu halde, beynini aldırmış, yobaz ve PATATES zihniyet, onu kendi sevdiği ve doğru şekilde anladığı tanrısına hakaretten idam etmiştir. Günümüzde de böyle cahillikleri görmek çok kolay. Her neyse, o bahsedilen bütüne, yaratıcıya veya Chi'nin kaynağına dönebilmek için, daha öncesinde onu anlayabilmek, onu bu dünyadayken tadabilmek için de bazı yöntemler bulmuşlar. Bir çoğu zihni arındırıp ruhu dinlendirmek üzerine olan, bazıları Mistisizmden gelme, bazıları vücut aktivitesine de dayalı şeylerdir. Bolca tefekkür (düşünme), sabra dayalı ve fiziksel direnci geliştiren şeyler (aç-susuz kalma, bedeninin sınırlarını zorlama), semazenlerin sürekli sabit bir noktada dönmesi gibi bilinci transa sokarak belli bir üst bilince erişme çabası gibi şeyler, hemen hemen uzakdoğudaki meditatif aktiviteleri ve performansları andırır. Aslen yanı başımızda, Anadolu'da böyle güzel bir bilinç ve bilgi birikimi olup da bize nasıl bunun geçmediğini anlamak mümkün değil. Yunus Emre'nin meşhur "yaradılanı severim, yaradandan ötürü" bile, kendi başına komple bir ders niteliğinde. Ama şu anda adeta bir bilinç ve algı kıtlığı içinde yaşıyoruz ülke olarak. İçgüdüsel olarak Allah'ı ya da Güç'ü veya sonsuz Chi kaynağını, veya Evren'i, veya ne derseniz deyin, onu hisseden ve onu çok seven, onun verdiği huzuru yaşayan insanlar var. Bunlar, hayatlarının anlamını keşfetmiş şanslı kişilerdir. Ama bu ülkedeki insanların büyük kısmı çok yanlış yolda. Evet, Ramazanda sevap için, Allah'a yaranmak için oruç tutan, ama açlığın verdiği asabiyeti kendine hak gören, ve binaya girdi diye dilenci çocuğu tekme tokat döven amcadan bahsediyorum. Günde 20 kere okuduğu sureyi anlamayı geçtim (ki içinde çok büyük anlamlar vardır, anlamayı bilene), kelime anlamlarını bile bilmeyen, ama cennet, sonsuz rahatlık cazip geldiği için bunu boş boş yapan teyzeden bahsediyorum. Orada yazan şeyleri, o derin içgörüyle işlenmiş ve yazılmış yazıyı, kullanma kılavuzu okur gibi, yorumlama ihtiyacı hissetmeden okuyan ve bunu insanlara dayatan kafasız bağnazlardan bahsediyorum. 10 yaşındaki kızına başını örttüren, sonra her fırsatta işyerindeki genç çaycı kadının orasına burasına gözü kayan, belki de onu tenhada yakalayıp sıkıştıran adamdan bahsediyorum.Yoldan geçenlerin oruç tutup tutmadığını anlamak için ağızlarını kontrol eden, tutmuyorsa döven self-proclaimed din bekçilerinden bahsediyorum. Namazını, Haccını eksik etmeyen, ama öz kızı hastanelik dayak yediği kocasından boşandı diye onu reddedip, bedensel engelli çocuğuyla ortalıkta bırakan zengin Konya'lı X efendiden bahsediyorum. Bunlar gerçek, birebir yaşadığım, olaylar, tanıştığım insanlardır. Bu insanların, dinle, huzurla, iyilikle, güzellikle, evrenle aralarında en ufak bir bağ yoktur. Sadece bu dünyada "dindar" olarak tanınacaklardır. Sorumluluklarının sadece bir kitapta yazanları yapmak olduğunu ve bu kadar basit şekilde sonsuz mutluluğa kavuşabileceklerini zannettikleri için, onlara inanılmaz şekilde acıyorum. Aslına bakarsanız onların gözünde ben, dinsizim. Neden? "Elhamdülillah Müslümanım" demediğim için veya en süper din İslam'dır demediğim için. Onlara göre Hristiyan da dinsiz, Budist de dinsiz. Ama aslında yanılan onlar, dini saptıran, dini de geç, insanın yaşama amacını saptıran onlar. Diğer dinler boşuna gelmiş olabilir mi? Tüm dinlerin amacı ortak. Asıl onu saptıranlar, "ben müslümanım, şuyum buyum yahudiyim ve bundan çok gururluyum" diyendir. Dinin adını veya başka bir şeyini öne çıkarandır. O, bu dünyada kendini oyalayan, eğlendirendir. Ortak "Tanrı" kavramını, başka yere çekendir. Bence gerçek dine ulaşmış kişi, ben şuyum buyum olayını öne çıkarmadan o mutlak kavramı arayandır. Nerde bir fanatik var, o boş, gereksiz bir adamdır ve dünyaya kaostan başka faydası olmaz. Bilgelik, huzurla, ılımlılıkla, içe dönmeyle gelir. Zorlamada bulunmadan yayılır, kendiliğinden.

Doğu dünyası böyle. Algısı daha yüksek. Peki batı dünyasına bakalım; Örneğin; (çok belirgin bir örnek olduğu için) Amerika şu anda parayla yönetilen, paraya tapan ve gözü tamamen maddi hevesler ile körelmiş bir ülke. Açgözlülük ve materyal ihtiyaçlar obezite olarak bile kendini göstermiş. Başından beri böyle. Köleler getirip döve döve çalıştıran, kendi karnı doyduktan sonra gerisini önemsemeyen bir ırk. Belki 1000 yıl, belki de çok çok daha kısa ömrü kalmış bir dünyadaki mal mülk için iç gözlerine mil çekmekte, kör etmekteler. Bunun getirisi olarak en kötücül hareketleri, en haince, en sinsice aktiviteleri de onlar gerçekleştirmektedir. Tüm bir ulusu bu zan altında bırakmamakla beraber, çok büyük kısmı maddeye tapmakta ve ruhuna gerekli besini vermemekte, Chi'sini yoketmektedir. Öldükten sonra bu zayıf ruhları, evrenin yapı taşı olan dokuya katılamayacak ve sonsuz bir ıstırap çekeceklerdir.

İnsan olmak çok büyük bir güçtür. Bu gücün farkına varan kişiler, çok büyük insanlar olmuşlar, hatta evrenin sonsuz bilgi haznesine sahip olmuşlardır. Buna iyi bir örnek de iç huzuru bir aura gibi etrafına yayılarak insanları etkilemiş, ve milyonlar tarafından sevilip sayılmış olan bir peygamber, Hz. Muhammed'dir.

Hz. Muhammed, kaosun hüküm sürdüğü, materyale tapmanın artık bokunun çıktığı bir ortamdan ve tanrılarını bile materyal zanneden bir halkın içinden sıyrılarak yanlış bir şeyler olduğunu farkedecek kadar bilge ve açık zihinli bir kişi olmasıyla herkese fark atmıştır. Uzun "Hira Mağarası" ziyaretlerinde iç huzuru aramış, zihnini arındırmış, bir tür meditasyon yapmıştır. Bu uzun zihin dinlendirme dönemlerinden sonra artık materyal gözünü tamamen kapatıp, dünyevi laga lugaları beyninde susturmayı başarmış, Chi'sini çok yükseltmiş ve bir anlık da olsa evrene katılmayı, ondan sonsuz bilgiyi almayı, bazı şeyleri görmeyi başarmıştır. İşte bu, biz Chi'siz varlıklar arasında Vahy olarak interpre olan kavramdır. Günümüzde de bazı kişiler için "ermek", "malum olmak" gibi şeyler de aslında uzun süren sabır ve huzur arama seansları sonrasında olur, bir de bazılarının çakraları bizimkinden daha açıktır nedense. Vahy, çok yüksek ruhsal güç ve manevi bilinç sayesinde yaratma mekanizmasından alınan anlık bilgilerdir. Hz. Muhammed, gerçekten üstün ve bilge bir insan olduğu için bunlara vakıf olmuştur. Fakat asıl problem, insanlık için faydalı oalcak bu bilgiyi nasıl paylaşacağıdır. Bunları insanların anlayacağı dilde onlara anlatmak için çok çaba sarfetmiştir. Kısmen de başarılı olmuştur, zira milyonların takip ettiği bir din haline gelmiştir ama ne yazık ki çoğunluğu bağnaz olma eğiliminde olan insan ırkı zaman geçtikçe bu üstün bilgileri de aptal materyal zihniyetle algılanmaya, ana noktayı unutup başka başka noktalarda yorumlamaya başlamış ve çok yanlış yerlere varmıştır. Bugün hala din tuttuğunu zannedip aslında sadece Cem Yılmaz'ın canlandırdığı gibi "sonsuz hayat, huri, sınırsız açık büfe yiyecek" gibi vaatler için bir şeyler yapmaya çalışan insanlar vardır. "Neden başınızı örtüyorsunuz? Yazın çok sıcak olmuyor mu?" sorusuna "Bu dünyada sıcak olayım ki öbür dünyada sıcak olmasın" diye cevap veren kadın bunun örneğidir. Amacın bilinci artırma adına elle tutulur hiçbir yanı yok. Sadece mükâfat için. Anlamadığı güçlerle mücadele etmektense kapanmak daha kolay geldiği için. Halbuki anlasa, atıyorum kapanmadan da o mükâfata erişebileceğini anlardı. İşin özünün, dünyayı ve evreni oluşturan o manevi güçle bütünleşmek olduğunu, kendisinin de onun bir parçası olduğunu insanlar farkedemiyor. "Namaz kılmak" emrinin, bir tür meditasyon ve içe dönme, kafa dindirme aktivitesi olduğunu anlayamamakta, namaz esnasında "hmmm akif hala borcunu vermedi ne zaman verecek... nazmi niye gelmedi camiye? soracam hesabını... namaz bitsin de çay içeyim" falan gibi saçmalıklarla doldurarak, o güzel aktiviteyi, zihin dinlendirmek yerine ezber hareketler yaparak ziyan edip, boş boş oturup kalkmaktalar. Ve "oh namazı kıldım, sevaplar cepte" diye düşünmekteler. Bence ortaçağdaki "para verin cennetten yer satın alın" olayından farkı yok bu zihniyetin. Hristiyanlar için de bu böyle, yahudiler için de. Tüm dinlerin bağnazları, açgözlüleri, körleri var. İsa'nın havarileri için "Too Much Heaven On Their Minds" diyor sağ kolu Judas, uyarıyor onu. Bunlar şu anda senin etrafında çünkü senin özel olduğunun farkındalar, sana yardım ederek cenneti bedava kazanacağını zannediyorlar, ama ilk fırsatta seni terkedecekler diyor. İnsan ırkının eğilimini özetliyor. Günümüzde de dinin ateşli savunucusu olan ama aslında dini hiç anlayamayan o kadar çok insan var ki. Hiç görmediği bir padişaha korku ve ödüllendirilme duygularıyla hizmet etmekte olduğunu zanneden "kraldan çok kralcı" kişiler bunlar.

Bizim bu dünyaya gelmekteki amacımız, bu ruh gücünü keşfetmek ve vücudumuzun nimetlerini kullanarak onun enerjisine enerji katmaktır. Yaptığımız diğer her şey fuzuli ve geçici bir tatmine, etten vücudumuzu doyurmaya yöneliktir.

Neyse, bu kadar din konusu yeterli. Ben tüm bu düşüncelere kendi kendime vakıf oldum. Belki benim de çakralarım doğuştan açıktı, belki yapımda vardı. Bazı insanlara kendiliğinden gelir düşünceler, eya sadece düşünmeyi sevdiklerinden bu konuları deşerler, gerçeği ararlar. Veya hayatta karşılaştıkları bir olay kıvılcımı çaktırır ve kafasındaki meşaleyi yakar. Kimisinin kafasındaki meşale de ölene kadar sönük kalır. Ama ben farkettim, merak ettim ve üzerine çocukluktan beri çok düşündüm. Allah kavramı, üzerine konulan bilgiler, şüpheler, meraklar, araştırmacı ruh, gerçeğe yaklaştığını hissettikçe artan merak. Araştırdım, okudum. İmkanım olsa çok daha fazla araştırır, çok daha fazla okurum. Mistik yerlere gider, gezer, görür, daha iyi anlardım ama ona imkanım şimdilik yok. Yine de şu an farkındayım. Çünkü yanlış bir şeyler olduğunu farkettim. Ve üstüne üstlük, farkındalığımı hayatıma, kendime yansıtmaya çalışıyorum. Savaş sanatlarına ilgim National Geographic'de izlediğim bir belgeselde izlediğim adamdan çıktı tamamen. Adam bir Shaolin Monk'uydu, ve avlunun ortasına geçip gözlerini yumdu. Bir kaç dakika sonra 4-5 kişi adama sopalarla, yumruklarla giriştiler, göğsüne bacaklarına, kollarına çatır çutur vurdular. Ama adam yerinden kımıldamadı. Sonra bir tanesi mızrağı alıp göbeğinin altına koydu ve üstüne çıkıp durdu. Hemen ardından tuğlaları çıplak eliyle kırdı, ki buna benzer şeyleri zaten görüyorduk. Ama o anda merak ettim. Senin etin de et, o adamınki de. Seninki de kemik, o adamınki de. Nasıl? Fark ne?

Sonra cevabı söyledi belgeseli anlatan adam. Chi. O avlunun ortasındaki adam Chi Kalkanı adı verilen bir bariyerle vücudunu koruyormuş. Tuğlayı kıran adam, saf vücut gücü değil, Chi gücünü kanalize ederek yapıyormuş bunu. Ki kelimesini daha önce oyunlarda gördüğüme emindim. Adam, normalde verdiğinden çok daha yüksek bir damage veriyordu Ki'ye sahip olursa. Sonra bunun ne menem bir şey olduğunu merak ede ede, okuya okuya, öğrene öğrene geldim. Bir izi takip eder gibi, gerçeğe ulaşmaya çalıştım. Üzerine düşündüm, malum oldu bazı şeyler. Sonra kafamın işleyişi, dünyaya bakışım değişti. Müzik grubumuzun adını Qi koydum. Aikido'ya başladım. Kung-Fu'yu merak ettim, öğrendim kendimce. (Kung-Fu hocası 500 TL/ay istemeseydi belki usturuplu şekilde de öğrenebilirdim. Ne kadar acı değil mi, adam Kung-Fu'ya hakim ama o bile onun gerçeklerine hakim değil.) Ben de evde tahta kırmaya çalışıyorum. Annem deli gözüyle bakıyor ama umrum olmaz. Ve işin garip tarafı, başarıyorum da. Kalın kalın suntaları yumruğumla ufalıyorum. 5 sene içinde edindiğim kuvvete inanamıyorum. Eskiden yapabileceğimi hayal bile etmediğim şeyleri yapabiliyorum. Ama bu, daha kaslı, güçlü olduğumdan değil. Daha akıllıyım sadece. Benim çocukluğum hastalık içinde geçti. Ailem cam çocuk gibi büyüttü çünkü beni. Doğal olarak gün aşırı bademciklerim şişerdi, nezle olurdum, sarılık oldum, ateşim çıkardı, ölümlerden döndüm. Ama artık vücudumun kontrolü Augmentin'de değil, bende. Çünkü benim vücudum olabilecek en üstün makine. Bir kere Chi'nin en güçlü ev sahibiyim. Zorluk yaşamazsam gelişemem. Kendimi sürekli koruyarak, doğadan uzaklaştırarak, beton duvarlar arkasına saklayarak insan olamam, Chi'yi vücuduma dolduramam. Artık kimseyi dinlemiyorum, kışın bile soğuk su içiyorum, doğada yaşayan ve hayatta kalan adamın, o benden çok daha şanslı olan adamın buz gibi pınardan içtiği gibi. Öyle zırt pırt hasta olmuyorum. Tüm sene boyuncaki tek rahatsızlığım, sinüzitim. O da yarı mekanik yarı fizyolojik sebeplerden kaynaklı bir lanetim. Ama bunla yaşanabiliyor. Hatta onu bile yenebiliyorum yavaş yavaş.

Bunlar her insanın eli altında olan güçler. Ama kimse bilmiyor. Herkes kör. Sadece et ve kemikten mamul zannediyor, bunun ötesini göremiyor. Tek gözü vücudundaki, dışarı bakan göz zannediyor. Ya düşündükçe delirecek gibi oluyorum, bir insan hayatının sonuna kadar nasıl olur da geçim sıkıntısı, o, şu nedenlerden dolayı ruhunun varlığını unutur? Bize bunları anlatacak biri olmalı. Ama yok. Çünkü herkes kendi telaşına yenik düştü bile. Şehirde yaşayan zaten içi boşaltılmış etten kabuklar gibi, köyde yaşayan ordaki geçim mücadelesiyle meşgul, tüm insanlar bir kıskançlık, bir yarış içinde, dünyada varolan maddi zenginlik, icad edilen güzel şeyler ve lüksten payına düşeni almak için kavga halinde. Bu esnada hangi canlı türü olduğunu unutmuş durumda, insan görünümünde bir robota dönüşmekte. Doğal olarak robotun ömrü tamamlanınca geriye onun atık maddeleri haricinde hiçbir şey kalmıyor. Ama bunun böyle olmaması gerekiyordu. Bizde kemik ve kandan çok daha dayanıklı bir madde var. İşte o madde de bu yazının başlığındaki madde. Böyle aralardan bir iki kişi çıkarak duruma uyanmışsa da, bu genel olarak artık insanlara yerleşen materyalist anlayışa uymuyor. Zaman çok fazla ilerledi. İnsan evrildikçe içgüdüleri köreldi. Din deyince bile "sevap" materyali, "cennet" düşünülüyor. Zihin diyince "zeka gücü" akla geliyor. Ruh deyince "müzik dinlerim, ruhum gıdasını alır" zannediliyor. Salt müzikle olsaydı unkapanındaki adamlar ermiş olurdu. Müzik, ruhun gıdası değil sosu. Makarna için olan sosu makarna olmadan tüketirsen doymazsın.

Bu düşünceler sonucunda tam tabirine uymasam da ben bir Deist'im denebilir. Tüm dinlerin doğru bir amaçla geldiğini, aslen kişiyi içsel enerjisini geliştirmeye teşvik ettiğini ama kitle çapında yanlış yorumlandığını, bu yüzden takip edilmemesi gerektiğini düşünenlerdenim. İyi veya kötü olduğuna inanmıyorum, sadece dev bir tek kaynak var ve biz o kaynak ile bağımızı güçlendirmeliyiz. Tabi dünya üzerinde bunu yapmak "iyilik" olarak algılandığı için "iyi"yim. Ama aslında değilim. Din ve Chi konusu nerden bağlandı derseniz, azıcık daha üzerine düşünün derim. Enerji, felsefe, din gibi soyut konular, hatta fizik, matematik ve diğer müsbet bilimler bir bütündür. Blaise Pascal'ın hayatının sonunda kendini dine adamaya matematik ve olasılık teoremleri ile karar verdiğini hatırlayın. Bu kişi matematik, fizik, felsefe, din gibi bir çok konuyu aynı potada eritmiştir, çünkü bu kişi zeki ve bilgedir. Ben de onun potasındaki madeni alıp içine yeni bir materyal katmaya çalışıyorum, ki bu yeni materyal, bu alaşımı 10 kat güçlendirecek, ona katılması baştan beri kaderi olan bir materyal. Kaldı ki, benim bu yaptığımı belki de benden önce binlerce kişi yaptı, bu farkındalıkları yaşadı. Ama her insan ruhani yolculuğunda tek başınadır. Bu çok net. Kimsenin kimseye ciddi bir faydası yok. Peygamberlerin bile. Onlar sadece insanlara tavsiyede bulunurlar. Gerisi onların algısına kalmış. Büyük kısmı bunun dibini eşeleyip gerçek mimariyi ortaya çıkarmak yerine kendisine hazır verilenle yetinse de, bazısı bu kazıyı yapıp muazzam bir arkeolojik bulguya rastlar. Örneğin benim bu kadar yazıyı yazmam, birilerine aydınlık verecek zannetsem de, Dünyada 6 milyar insan varsa 5 milyar 999 milyon 999 bin 998 tanesi için bir anlam ifade etmeyecek. Yine de 1 kişinin "hmmm" diyebilmesi muazzam bir olay olurdu.


Benim bildiğim tek şey var, asıl olan Ben'im. Ben, tanrı'nın bir parçasını taşımaktayım ve onu beslediğim sürece, kendimi ve zihnimi kirletmediğim sürece O'na yakınlaştığımı düşünüyorum.

Vücuduma, zihnime ve ruhuma iyi bakmak, bu dünyada yapmam gereken tek şey. Bu üçünün iyi entegrasyonunun bu hayattan sonra beni gitmek istediğim yere götüreceğini düşünüyorum.

Dünya üstünde içgüdülerime güvenmem, ki dünya için içgüdü diye bir şey olduğuna inanmıyorum, sadece kesin kurallar ve şanslı tahminler olduğuna inanıyorum. Tabii olasılık da bu konuda faydalı bir parametre. Kimisinin altbilincinde iyi bir olasılık kalkülatörü var, içgüdü veya öngörü işte bu. Ben çok iyi bir olasılık hesaplayıcısı değilim. Fiziksel anlamda pek ileriyi düşünemem, bulunduğum anki parametreleri iyi ayarlamaktır genelde benim derdim. O yüzden şans oyunu falan oynamam, gerekmedikçe olaylar hakkında tahmin yürütmem, risk alma eğilimim yoktur. Biraz deterministim yani. Ama diğer, görünenin ötesi konusunda güveniyorum kendime ve algılarıma, hatta bu muazzam kumarı oynayacak ve kendi inanış sistemimi gelişterecek, onu hayat felsefem yapacak kadar. Ya benim yadırgadığım "yat kalk, sure oku, sevabı kap, cennete git"ciler doğrusunu yapıyorsa? Ya bazı şeyleri anlamak ve görmek, ölümden sonra hayat için bir anlam ifade etmiyorsa? Ama ben bu riskleri iyi hesaplayabildiğime ve manipüle edebildiğime inanıyorum. İşte karmaşık bir insan olmamın nedeni. Birbirine zıt iki özelliği iki farklı platformda benimseyebilmek. Ama benim şu an idrak ettiğim şeyler o kadar somut ve mantıklı, hatta doğal gelen şeyler ki, diğer insanların bunu bu açıdan algılayamayışına şaşırıyorum. Sanki tarihin başlangıcından beri ayan beyan duran gerçeği görmezden geliyorlarmış gibi, çok doğal bir kanıyı, yerçekiminin olduğunu bilmiyorlarmış gibi. Hoş, bir zamanlar onu da bilmiyorlardı gerçekten. Belki zamanla bu gerçeğe de uyanırlar.

Peki ben bu kadar şeyi düşünüyorum madem, o zaman Chi'mi (veya Qi'mi) güçlendirmek için ne yapıyorum?

Öncelikle stresten uzak kalmak için insanüstü bir çaba sarfediyorum. Bakın, melankoli veya hüzün veya telaş veya sinir demedim, stres dedim. Stres doğal bir his değildir. Gelişen teknolojiyle ve değişen hayat tarzıyla beraber ortaya çıkmıştır. Bizi olduğumuz kişi olmaktan uzaklaştırır, normalde yapmayacağımız şeyler yaptırır.

Görüntüye önem vermem. Görünenin arkasındakine, içindekine daha çok önem veririm. Bir Abstract Thinker'ım. Dünyayı ve ötesini anlamaya çalışmadan önce, onun kurallarını anlamanın gerekli olduğuna inanırım. Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Olasılık gibi müsbet bilimler, Tarih, Sosyoloji, Felsefe gibi sosyal bilimler benim için çok önemlidir. Lise 3'te bir felsefe hocasına "hocam felsefe de çok gereksiz ya apriori mapriori yok suje obje falan" demiştim. O da "şimdi sen ders adı altında olduğu için sevmiyosun ama bence sen ilerde felsefeyi çok seveceksin" demişti. Haklı çıktı. Felsefeyi yine metoduyla, teorisiyle, kalıplarıyla bilmiyorum ama ilgileniyorum ve "düşünce aktivitesi" benim için çok özel.

Düşünmek iyidir hoştur ama arada da "düşünmemek" gerekir. Çünkü bu daha iyi düşünmeye giden yoldur. Sık sık meditasyon yapmaya çalışıyorum. Meditasyonu, hayatınız huzurluyken yapmak çok kolaydır, asıl arbede, onu hayatınız sıkıntılarla doluyken yapmayı başarabilmektir. Ve mükafatı daha büyüktür. Hem sizi ve ruhunuzu açar, güçlendirir, hem de muhtemelen o dünyevi sıkıntılarla başa çıkma kabiliyetinizi 10 katına çıkarır. Ben de meditasyon yaptıkça, stresten uzaklaşıyorum, kendimi dünyevi acılardan ve sıkıntılardan arındırmaya çalıştıkça, zihnim açıldıkça rahatlıyorum ve güçleniyorum, işlemciyi de soğutuyorum. Çin atasözü der ki; "çok düşünmek değil, az düşünmek zihni güçlendirir." Zihnimiz bir kas değil, zorladıkça daha güçlenmez. Onu rahat bıraktıkça, temizledikçe yeni düşüncelere yer açılır. Eski düşüncelere takılıp kalmak, stresin kaynağıdır. "Meditasyon yapamıyorum" diye bir şey de yoktur ayrıca.

İnsanlara bazen kafaları yeterince rahatladığında anlık yoğun satürasyon durumları geldiği olur. (Sabri bey'in alllaaah anı gibi değil ama ona yakın belki.) İşte o an, kozmik enerjinin domur domur içinize dolduğu, Taç Çakra'nızın bızırdadığı andır. Kozmik enerji sürekli olarak yukarıdan bize akar. Taç Çakrası da kafanızın üstünde yer alan, "uydu alıcınız"dır. Uydu alıcınız sinyaller aldığında, size yeni şeyler katacak 1 ve 0'lar bünyenize girer. Bunları CLR'ınız (dekoderiniz) hemen o an algılayamasa da zamanla biriken bu data size farklı bir bilgi ve anlayış getirir, bu da huzuru ve gücü beraberinde getirir. İnsanoğlunun zekasının bu kadar hızlı gelişmesinde erekte (dik) konuma geçmesinin büyük katkısı olduğuna inanılır bu yüzden. Taç Çakrası kozmik enerjiyi daha direkt alabilecek konuma gelmiştir diye varsayımlar vardır. Tabii bunu işleyebilecek kapasitesi de varmış ki demek, şu an kainatın belki de en zeki canlısı konumunda insanlar.

Çakralar demişken, çakra da vücudunuzun ruhunuza ve zihninize açılan kapılarıdır. 7 tanesi vardır; Kök, Sakral, Mide (solar plexus), Kalp, Boğaz, Göz, Taç. Onları kullanmak sizin Chi'nizi artırmaya (azaltmaya) giden kısa bir yoldur. Ben çakralarımı açmak için elimden geleni yapıyorum. Bunların nasıl açılacağını veya neden kapanacağını internetten okuyup öğrenebilirsiniz.

Ben aynı zamanda zihnim ve ruhum kadar bedenimi de iyi koruyorum. Elimden geldiğince spor yapıyorum. Ve yaptığım sporun her anının faydasını hazmederek yapmaya çalışıyorum. Günlük hayatımda rahat ve hatta yer yer laubali olmama rağmen spor konusunda disiplini ve kuralı seviyorum. Bir de mesela vücudumu dinlediğim anlarım vardır. Onun şikayetlerini dinlerim. Düşünün bir, hiç oturup böyle ciddi ciddi, vücudunuzu dinlediğinizi, onu telkin ettiğinizi veya güçlenmesi için ona talimat gönderdiğinizi hatırlar mısınız? Ben yapıyorum. Ve gerçek sonuçlar elde ediyorum. Acıya dayanıklılığım yükseliyor. Fiziksel direncim yükseliyor. Sakatlıklarım daha hızlı iyileşiyor. Ayağınızı yaralarsınız ve ilk etapta onunla ilgilenirsiniz, yaranızı incelersiniz, bir an önce tedavi olmasını istersiniz. Sonra ayağınız bandajlanır, sarılır ve günlük hayatınıza dönersiniz. Ama arada sırada yine dikkatinizi ve enerjinizi oraya yönlendirmeniz, oraya olan kan ve organel akışını hızlandırır, iyileşme hızını artırır. Vücudunuzu komuta edebilirsiniz. Beyniniz bu iş için var ve milyonlarca kabloyla vücudunuza bağlı.

Vücudumu seviyorum ve onu zihnimle çok sağlam şekilde bağlamaya çalışıyorum. Beni dinlemediği zaman ona kızmıyorum. Bu benim suçum. Dikkat ediyorum, sakarlık yaptığım anlar, hep zihnimin karışık, bedenimden kopuk olduğu anlar. Sakarlık vücutla ilgili değil, kafayla ilgilidir zira. Eğer çok kolay hasta oluyorsam kesinlikle fırtınalı bir ruh ve zihin döneminden geçtiğimde olur. Beden yardımsız kalır. Bunlar daha üzerinde çok vakit harcamam, çok çalışmam gereken şeyler. Her gün meditasyon, her gün spor, her gün sükunet ve huzur hayal ettiğim şeyler ama kalkıp Shaolin'e veya Fuji dağına falan yerleşmediğim sürece bunlar olamayacak. Yine de elimden geleni yapmama asla engel değil. Bu konuda azmim sınırsız. Hayatta sahip olduğum her şeyi kaybetsem de, hayatımı kaybetmediğim sürece bu bilinç benim sıkı sıkı sarılacağım ve beni ayakta tutacak bir güç. Yaşama enerjim.

Misal, bu bilince erişmeyenler, bir şeylerini kaybedince Chi'lerinin belli bir yerin altına düştüğünü hissederler ve "yaşamanın anlamsız olduğu" hissine kapılırlar. İşte bu insanların intihar etme sebebidir. Ve intihar edenlerin sonsuza kadar cehenneme gideceğinin söylenmesinin nedeni budur. 40 birim Chi'n kaldığında bu seni intihara sürükler, sen de ebedi bir soyutluğa ve azaba mahkum kalırsın. Eğer bazı şeylerin farkında olan birisiysen, öncelikle yaşam enerjini sahip olduğun şeylere bağlamaz, bir şeyler veya sevdiğin kişileri kaybetmekten dolayı Chi'nin uçup gitmesine izin vermezsin. Sonrasında da iyi kötü doyabildiğin, hayatta kalabildiğin sürece kendini meditasyona, iç dünyana verir ve Chi'ni güçlendirirsin, kendini intihar eşiğinden kurtarmaya bakar, ebedi hayatını kurtarırsın.

Ben böyle bir insan gibi görünmüyorum dışarıdan, biliyorum. Fakat böyleyim. Dediğim gibi, göze görünen sadece aldatmacadır. Ben de buna bir çok alanda örnek teşkil ederim. Beni küçümseyen olur, yaşımı küçük zannederler, yeteneklerimi kısıtlı zannederler. Beni tamamen zekadan ibaret, mantıksız biri zannederler. İlginç biri olduğumu hissederler fakat, hangimiz ilginç değiliz ki. Herkesin kendine göre gariplikleri var. Ama insanların beni yaftalaması benim bazen işime gelir, bana rahatsızlık vermez, hatta eğlendirir. Çünkü gerçek beni biraz ortaya çıkarınca yaşadıkları şaşkınlık, ne yalan söyleyeyim, eğlenceli. Tabi bazen bu önyargılardan zarar gördüğüm de olur. Herkesin dış görünüşü veya günlük hareketleri nedeniyle yargılandığı ve infaz edildiği olmuştur. Ben de bu noktada aynı hatayı yapmamaya çalışırım. İnsanları küçümsemenin veya tanımadan yargılamanın ne büyük bir hata olduğunu çok sefer farklı şekillerde gördüm. Beni yanlış anlayanlara ise kendimi anlatmaya çalışmamaya gayret ediyorum. Çünkü sözün de bu noktada çok ehemmiyeti yok. Bana en yakın kişi bile beni farklı algılayabiliyor çünkü doğam bu. Neşeli görünüp üzgün olabilirim. Sinirli görünüp aslında hayattan çok keyif alıyor olabilirim. Genel olarak ruh halim hep yukarılarda seyreder, aspektim budur. Ama içerde çok fazla şey olmaktadır. Orda amanın geyik muhabbeti, espriler şakalar takılan, genelde neşeli konuşkan birisinden böyle yazılar da beklemiyor insanlar; o kadar çok konuşan birinin içerde tasarladığı bir şey olamaz diye düşünüyorlar. Ama Dual Core diye bir teknoloji, var. Sanki her şeyi materyal zekamla ölçüp biçiyormuş gibi görünmem açısından felsefik konulara ilgi duymam abes geliyor insanlara. Ama bu, bu. Yeri gelince çok ciddi ve şakaya komikliğe tahammülü olmayan bir kişiyim. Yeri geldiğinde çok sert, sinirliyim hatta. Genel olarak uysal, uyumluyum. Nadiren emoyum. Aslında çoğu zaman emoyum da, dışarıya yansıttığım zamanlar enderdir. Yani kısacası, içerisi dışarıdan çok çok daha karışık. Karmaşık bir insan olduğum zaten bir gerçek. Belki de basit bir insan olsaydım, tek modum olsaydı hayat daha kolay olurdu ama, her durumda kendimden çok memnunum ve kendimi seviyorum. İnsanların da beni sevmesini tercih ederim ama bu konuda takıntılı hatta istekli değilim. En iyisi zamanla anlamalarını sağlamak. Herkesin değil tabi. Herkesin herkesi %100 anlaması veya sevmesi şart değil.

Her insanın bir anlık, böyle bir saniyelik de olsa, günlük aptal saptal endişelerden, sıkıntılardan, heves ve hırslardan kafasını arındırması gerektiği gerçeği, betonarme bir bina gibi dimdik ayakta ama herkes onun etrafını dolaşıyor. Böyle kafayı boşaltmak, çiş yapmak gibi doğal bir ihtiyaç gibi görünmüyor insanlara ama öyle. Bir anlık deşarj. Tek dakika. Veya bir saat. Ne kadar yapabiliyorsan. O kısa süre içinde kafanızın etrafındaki kalın gereksiz kabuğa açtığınız bir çatlaktan içeri giren ışık, sizin uzun yolculuğunuza ve kendinizi farketmenize başlangıç olabilir. Gereksiz endişeleri temizledikten hemen sonra kafanıza çok ilginç bir düşünce, benim şu an buraya yazdığım şeylere benzer bir fikir gelebilir. Bunun ne kadar önemli olduğunu bilmem algılayabiliyor mu insanlar. Çünkü burada aptal "secret"vari bir felsefeden, (secret'ta bile "isteyin olsun" derken araba, iş, ayakkabı, sevgiliden bahsediliyo, isteyin olsun deniliyo. bu kadar materyal odaklı bir felsefe daha önce görmemiştim, tuvalet kağıdı olarak daha faydalı olurmuş o kitap), sizi forma sokacak bir rejimden, 10 yıl veya 100 yıl iyi kılacak bir aktiviteden bahsetmiyorum. Bu, sensin. Senin kılıfın değil, direkt olarak içindeki gerçek sen. Üç milyon yıl sonraki, 6 milyar yıl sonraki sen. Bu evren küçülüp tekrar sonsuz yoğunluklu bir parça haline gelince de sen, yeniden patlayıp yeni gezegenlere, hayatlara olanak vereceği zaman da sen. Sonsuz sen. O yüzden bunu aklınıza kazıyın. Chi, sizin özünüz. Onu güçlendirdiğiniz müddetçe varsınız.

Bir dahaki sefere saçma sapan bir şeye sinirlenirken veya her gün işten gelip televizyon/bilgisayar karşısında götü yayıp boş bir hayat yaşarken, bir insanı üzerken, bir canlıya zarar verirken, param yok diye üzülürken, parkta yoga yapan kadını gülünç bulurken bunları hatırlayın. Hayata bir kere geliyor olmanız, size bu fırsatın bir kere veriliyo olması, sığ bir hayat sürmek için bahene olmak yerine onu iyi değerlendirmeniz için daha ciddi bir neden bence. Bu tek atımlık şansınızda PATATES olarak yaşamak, sizin kendinize yapabileceğiniz en kötü şey. Canlı, güçlü, zinde, akıllı ve huzurlu olmak zorundasınız. Bu sizin hayattaki TEK amacınız. Herhangi bir amaç güderek değil; bu sizin özünüz, susayıp su içmeniz kadar doğal ve yapmanız gereken şey. Zeka seviyeniz ne olursa olsun zihninizi temiz tutun, çer çöple doldurmayın. Arada sırada artık dışarı sizi ele geçirmeye başladığında "tamam" diyin ve biraz içeri dönün. Sürekli dışarıyla ilgilenmeyin. Dışarısı çok aldatıcı. Önce size çok güzel şeyler verir, eroinman gibi kendine bağlar, sonra üzer veya sinirlendirir veya daraltır veya aldatır veya verdiklerini kat kat geri alır. Dışarıya, madde dünyaya güven olamaz. Baktınız siz de öyle olduğu zaman hemen sakin olun ve içeri dönün. İçeride sonsuz (bakın sonsuz kavramını iyi düşünün ve tartın) güce sahip, ama sizin ilginize çok muhtaç, bedeninizden yüz kat daha kırılgan, dış faktörlerden daha fazla zarar gören bir yapı var, Chi'niz, veya başta da söylediğim gibi üçlü (R-Z-B) bağınız. Onu ihmal ettiğiniz zaman sonuçları çok daha ciddi olur.

Ben bu dediklerimi yapmaya çalışıyorum. Kimi dönem daha iyi yapıyorum, kimi dönem başıma gelen şeylerden dolayı kontrolü kaybediyorum. Ama kontrolü kaybettiğimde bunun farkında oluyorum. Hayatta başıma gelecek şeylerden, bir şeyleri kaybetmekten, bir şeylerin yolunda gitmemesinden çok korktuğum oluyor. Sonuçta bunları anlamış ve biliyor olmama rağmen guru da sayılmam. Ama o kavramın orda her zaman var olduğunu bilmek, benim güç kaynağım olduğunu hatırlamak, tutunacak hiçbir şey olmadığı zaman bile bana yoktan bir sakinlik ve mutluluk veriyor. Geleceği göremesem de başıma gelecek şeylerle mücadele edebilme gücünü kendime aşılıyorum.

Ama tabi ki hayat da ıskalanacak bir şey değil. Onu dolu dizgin yaşamak da görevimiz. Tamamen ruhu beslemeye çalışırken de PATATES olma tehlikesi ile karşı karşıyayız. Bir kadının sevgisini tatmak, kendi çocuğunu sevmek, insan arasına karışmak, üretmek, insanlara fayda sağlamak, dünyevi zevkleri tatmak, gülmek ve eğlenmek de bize lazım olan şeyler. Bir meditasyon zihne ve ruha 10 birim fayda sağlıyorsa, sevdiğiniz arkadaş grubuyla bir şeyler yapmak, gülmek eğlenmek de 2 birim fayda sağlıyordur. Bu da hayatın güzel tarafı. Sonraki hayatınızı kazanmak için kapanıp keşiş gibi yaşamak zorunda değilsiniz. Bu hayat tarzını tercih etmiyorsanız, günlük hayatınızı yaşayarak da iyi bir Chi'ye sahip olabilirsiniz. Sadece o gücün varlığının farkında olmak size hayatınızdaki gerekli motivasyonu ve dengeyi getirir zaten.

Tek gerçek, Chi. Onu anlamak ve onu korumak. Sonsuz Chi kaynağına ne kadar yakın olursanız o kadar VAR olursunuz.


Son olarak, Pentagram'ın aydınlanma dolu şarkısının sözleri. Bu şarkı, insanın yaradılışını ve yaşam amacını, bir nevi Chi'yi anlatıyor.

PENTAGRAM - BİR (http://fizy.com/#s/1ju13c)


Ateş, toprak, hava olmuş
Yağmur olmuş hayat vermiş sana


Kalbin olmuş, ruhun olmuş
Aklın olmuş yol göstermiş sana


Bir ömürlük maceranda hikayeni anlat bana
Ne anlam verdin sen buna? Ruhunda neler var senin?


Korkma ondan bundan. Ne ölümden ne hayattan!
Bu dünyada gördüklerinin hepsi bir, hepsi haktan!


------------------------------------------------------------------------


Atalarına malum olmuş, kitap yazmış anlatmışlar sana
İmam, Rahip rehber olmuş, yalan yanlış anlatmışlar sana


Günümüzün dünyasında
Hepsi aynı, hepsi âlâ
İsa, Musa, Muhammed, Buda
Neyin varsa bilmiş senin


İnsanoğlu kendini arar. Dünya döner milim milim.
Eğer göçüp gidersen bugün yarım kalan işin var senin.


Korkma ondan bundan. Ne ölümden ne hayattan!
Bu dünyada gördüklerinin hepsi bir, hepsi haktan!


Korkma ondan bundan. Ne cehennem, ne de şeytan!
Bu dünyada bildiklerinin hepsi bir, hepsi Haktan!