6 Eylül 2012 Perşembe

The Dark Side of the "Moi"


İçinde ikamet ettiğim süre boyunca beden denen bu harika yapıyı inceleyen bir ruh olarak, her gün yeni bir özelliğimi keşfediyorum. Bu incelemeler esnasında da enteresan bulgulara rastlıyorum. Bu bulgular, kendimi, dolayısıyla tüm insan ırkını (Evet, ben de insanım.) anlamamı sağlıyor. Son zamanlarda en çok dikkatimi çeken şey, ne kadar Dual bir kişiliğim olması. Şizofreni gibi değil de, daha çok gitgelli Character Phase Shift gibi. Belki de başka bir özelliğim olan "Adaptability", bunu gerektiriyordur. Tıpkı bir "ikiyaşayışlı" gibi. Canı isteyince suya giren ve o sessiz, duru ortam, onun doğal ortamıymış gibi huzurla takılan, canı isteyince karaya çıkan ve karada yaşayan canlıların arasına karışan amfibi sürüngenler gibi.

İnsanlar bazen yaptığım bir şeye anlam veremiyorlar. Bunun nedeni, aslında suya girmek istediğim halde karada kalmaya devam etmem oluyor. Neden suya girmek istediğim halde karada kalıyorum? Çünkü eşşeğinz... neyse. Günlük hayatın gerektirdiği durumlardan dolayı diyeyim.

-Kimi zaman sıvı enerjiden mamûl, psikopat gibi hareketli ve canlı kıvamda, kimi zaman götündeki bir kas demetini bile hareket ettirmekten aciz, sürekli uyumak isteyen, yorgun ve 75'lik dede gibi mızıldanan

-Çoğu zaman son derece sakin ve ılımlı, herkesle iyi geçinmeye çalışan, ama bazen... Çok nadiren de olsa bam teline (bammmm) basılınca Rage açan, o sakin yapının (Bruce Banner) yok olup içinden bir Hulk'un çıkması. Yani aynı anda hem pamuk gibi, hem de potansiyel bir sinir hastası olan (bu kısım benim de rahatsızlık duyduğum bir şey, çünkü bundan mutlu muyum? hayır. ama sinirimi ortaya çıkarmam için GERÇEKTEN ama bak....... GERÇEKTEN çok üstüme gelmiş olmanız gerekiyor, ve zaten o Rage'e maruz kalıyorsanız, bunu hakettiğinize yürekten inanın. hani, o anda yaptığınız bir şeyden dolayı değil ama kümülatif olarak o öfkeyi orada biriktirmişsiniz demektir.)

-Genelde temkinli ve riski sevmeyen ama bir yandan "bakalım neler olacak" diye manyak manyak risklere giren, gözü karalık yapan, adrenalin arayan

-Kimi zaman bir su aygırı kadar iştahlı, obur ve Vedat Milor gibi lezzet düşkünü; kimi zaman Bear Gryllis kadar ekonomi sınıfı, az tüketen, günde 1 öğünle yetinen ve iştahsız

-Yeri geldiğinde arı gibi çalışkan, azimli ve kompetan; kimi zaman ise mücadeleden nefret eden, hatta tembelliğe varan bir pasifizm içinde olan

-Çoğu zaman esprikli, neşeli ve sürekli gülmeye hazır; bazen de yüzündeki tüm mimikleri ölmüş gibi hisseden, şakaya ve sululuğa tahammül edemeyen, ciddi ve çekilmez bir adam olan

-Kimi zaman arkadaşlarla, eşle dostla vakit geçirmekten hoşlanan ve sosyal iletişimi güçlü olan, dışarıda vakit geçirmeyi seven, ishal gibi konuşan; kimi zaman ise dışarı adım bile atmadan evde sessizce oturup 10 metre etrafında canlı varlık hissetmek istemeyecek kadar içine kapanıklaşan ve konuşmak istemeyen

-Çoğu zaman kendinden başka kimseye kışt demeyen; kimi zaman ise tezcanlı, panik ve "karışan" haline gelen

-Kimi zaman zihin aktivitesi Off-Chart olan ve her türlü zeka gerektiren problemin *mna koyan; ama arada sırada (kafayı overclock'ladığından olabilir) beyninden duman çıkarak gezen ve en ufak düşünsel aktivite karşısında "ekşi engine sıçtı" sinyali veren (Scumbag Brain)

-Kimi zaman duygularıyla çok barışık ve onları rahatça ifade edebilen; kimi zaman Sheldon Cooper'ın yaşayan formu haline gelen ve his adına her şeyi bastırıp dünyayı %100 analitik algılayıp, elektronik devre gibi düşünen ( 0 1 )

-Kalıplardan ve sınırlardan gerçek anlamıyla nefret eden, ama bazen kendisi kalıpçı ve

-Çoğu zaman çok kararlı olan, hızlı karar veren ve verdiği kararların sonucu kötü olacaksa da üzerinde durmayan ve hiç pişmanlık duymayan; ama nadiren de en ufak hareketten önce 20 kere düşünüp ikirciklenen, veya yaptığı bir şeyin sonucu kötü olunca oturup "hay kafama sıçiyim, neden böyle yaptım?" diye hayıflanan

-Çoğu zaman (ki bu %90'a tekabul eder) geçmişe veya geleceğe takılmayıp içinde bulunduğu şartları tek değişken kabul ederek yaşayan (CPU cache'im küçük olduğu için bu böyle aslında), asla geçmişin pişmanlığını veya geleceğin kaygısını barındırmayan, kendisiyle ve hayatıyla barışık olan; ama nadiren (genelde gece kafayı yastığa koyunca) geçmişi irdeleyip "Oh God Why Did I Do That ( http://alltheragefaces.com/img/faces/jpg/disgusted-oh-god-why-text.jpg )" diye sıkıntılanan veya geleceği düşünüp içi sıkışan/sabırsızlanan

-Titiz olan ama aynı zamanda dağınık olan, hijyene düşkün olan ama aynı zamanda "kirlenmek güzeldir" düsturu da olan

-Troll'lüğü seven ve Troll'ü Yaşatma Derneği'ni kuran ama aynı zamanda trollenince sinirlenen

-Dışardan baksan bakımlı, temiz yüzlü, efendi çocuk olan ama içinde korkunç bir bohemlik ve derbederlik de barındıran

-Normalde çok kibar ve saygılı olan, insanlarla konuşurken telaffuzlarına ve cümlelerine çok dikkat eden, topluma açık alanlarda küfür edildiğinde en önce tepki veren; ama bir yandan rahat bir ortamdaysa, samimi arkadaşlar arasında veya canı bir şeye sıkıldığında tam bir barzo olan, hatta bu rahat ortam/can sıkkınlığının dozuna göre küfür ederek çok rahatlayan (kafayı dolaba mı vurdum? gitti dolabın anası bacısı.)

-Genelde özgürlükçü ve geniş olan; ama kimi zaman çok sert, otoriter ve disipliner olan, gelecekte çocuğuna büyük psikozlar yaşatacak olan

-Genelde insanları çok iyi anlayamayan, iç dünyalarını göremeyen, ama nadiren de olsa tam 12'den vurarak ciğerini elleyen (belki de şanstır? belki de genelde kafamı dışarı uzatıp bakmadığım, hep kendi iç dünyamla ilgilendiğim içindir?)

-Genelde maddeye, materyale bağlı olmayan, parayı sevmeyen; ama parayı harcamayı da seven (ki harcayabilmek için para olması lazım xD) bir de birkaç belli başlı somut cisme bağımlı olan. (bilgisayarım, terliğim, gitarım, halı ve AYRAN.)

-Sevdi mi tam ve hardcore seven, sevmedi mi beyninde o kişiyi öldüren (zaten bu ikincisinin sayısı baya bir az)

-Analitik, Determinist ve Reelist (Nerd) ama aynı zamanda Mistik, Soyutçu ve obskür düşünce yeteneği güçlü olan (Spiritual)

-Üsttekiyle bağlı olarak: Teknolojiyi, şehir hayatını ve onun rahatlıklarını/renklerini çok seven ve takdir eden ama bu kavramlardan bir o kadar da nefret eden, her şeyin amk diyip çekip gidip bir dağın tepesinde küçük bir kulübede yaşamak ve tüm gün meditasyon yapmak isteyen

-Hayattaki tek amacı bilgi edinmek olan, din olarak addettiği tek şey gerçek bilgi (episteme) olan, ama bazen "Ignorance is bliss"e de inanası gelen

(yok, bu üsttekini tekrar düşündüm de, bu ben değilim. Cehaletin iyi bir şey olduğunu söylemek, sadece mallığını şovmenlik olarak göstermek isteyen patateslerin ürettiği bir cümle olabilir. Her şeyi, ama HER ŞEYİ bilmek gerekir, bu sana basit ve "mal" yani "büyükbaş hayvan" anlamında mutsuzluk getirebilir ama gerçekte saf, damıtılmış mutluluğun ta kendisi bilgi'dir.)

-Aklıma gelmişken, felsefeden nefret eden, ama felsefenin bu dünyada tutulabilecek en anlamlı aktivite olduğunu düşünen (Lise 3'te, "ben felsefeyi hiç sevmem, ne o öyle suje obje bilmemne" dediğimde felsefe hocası, "şimdi mal mal konuşuyosun ama, sen ilerde felsefeyi çok seven biri, hatta iyi bir düşünür olacaksın, görürsün" demişti. Kadın Elrond çıktı beyler.)

(Yukarıdakine benzer şekilde, ne zaman büyük konuşsam, suratımda patlar. "Yapmam etmem" dediğim şeyi de yapar halde bulurum.)

-Genelde insanları çok fazla sevmeyen, insan ayırt eden ve sadece belli başlı kişilerle arkadaş olan, kimi zaman da insanlara karşı acıma ve empati/sempati besleyen


bir insanım.

Daha nicesi var da, aklıma şu an gelenler bunlar.

İşte böyle zıt uçları tuttuğum için yıllardır "Karakter"imin ne olduğunu bulamadım. Ama aynı zamanda çok sağlıklı ve başarılı bulduğum bir karakterliliğim de var. (Al sana bir tezat daha). Yer yer Kaosu savunan, iyiliğe inanan biri (Chaotic Good), kimi zaman düzeni ve kanunun gerekliliğini savunan bir nötr (Lawful Neutral) oldum. Ama artık düşünüyorum da, bir çubuğun iki ucunda ağırlıklar varsa, bu çubuğun ağırlık merkezi tam ortasıdır. O yüzden ben de artık "True Neutral" (tam nötr) olduğuma ve karakterimin bu olduğuna inanıyorum. Yaş ilerledikçe değişik yaklaşımlar ve belki de majör değişiklikler olacaktır mutlaka. İnsanın yaşı, onun level'idir. Level atladıkça yeni yeni skill'ler, perk'ler alır. Mal gelmiş mal giden biri değilse, bu perk'ler ışığında kendisini revize eder, düzeltir, veya upgrade eder.

Aslında bu dediklerimin iki kişilikliymişim gibi algılanıp, aslında öyle olmamamın sebebi şu: Kişiliklerimden bi tanesi, toplum baskısıyla şekillenen, günlük hayatın yarattığı ve insanlara karşı olan sorumluluklarımla yoğurulan Doğukan, diğeri ise özümdeki Doğukan. Ama özümdeki Doğukan'ın özünde de kendini adapte ve manipüle edebilmek, esneklik olduğu için, aslında çift kişilikli sayılmam. Sadece bunlar çeşitli maskelerim. Bazen 13 yaşında çocuk maskemi takıyorum, bazen 40 yaşında emekli asker, bazen de becerikli bir iş adamı maskemi takıyorum. Zira etrafımdaki insanlar da benim genelde tutarlı olduğumu düşünür. Ama aslında daha derine inenler, benim farklı yanlarımı keşfeder.

Bu yüzden benimle yeterince uzun zaman geçirmeden gerçek kişiliğimi anladığını zannedenler, o "Dark Side"ı görüp, "o ne lan?" olmuşlardır ara ara.

Tabi herkesin "Dark Side"ı vardır, bunu inkar eden, Dark Side'ında yalancılık ve inkar barındıran bir kişidir hatta, kendini ele verir. Ama kimisi bu yanını iyi saklar, kimisi iyi saklayamaz, kimisi de benim gibi oraya bir sürü şey saklar ve iyi saklar.

Ama tekrar söylemek isterim ki, bence bu, bir akıl hastalığı veya bir bozukluk değil. Bu, benim Dexter olduğumu da göstermez. Sadece kontrollü bir "Character Diversity" elde etmiş durumdayım. Ve bence bu "yanar döner"lik, "kişiliğini bulamama" gibi değil, aksine kendime ve insanlığa son derece faydalı bir "kompanse tekniği". Çünkü şimdi atıyorum, sadece tek yönümü seçme şansım olsa, ikisinden de vazgeçemezdim. İkisi de benim hayatta kalmam ve daha önemlisi, hayattan keyif almam için gerekli.

Siz siz olun, eğer beni iyi tanımıyorsanız, bana belli bir özelliği iğneleyip "yafta"lamayın. Benimle iletişirken benim gibi olun. Su gibi olun. Formsuz. Şekilsiz. Su olun, dostlarım.

Doğukan Tunç. Always more than meets the eye.




PS: Bitirişi de muhteşem şovlu yaptım ha.

PS2: Bu bir denemedir. Burada yazılanlar hiçbir şekilde %100 gerçeklik ve kesinlik taşımak zorunda değildir. Kendi hayal dünyamın ürünü olabilir veya yanlış tespitler içerebilir. Bu yazıyı ciddiye alarak hareket edilmemeli, veya bu yazının beni tam anlamıyla tanımladığı varsayımı edinilmemelidir. (Mind Twist)

29 Haziran 2012 Cuma

Life after Paçavra

Uzun süredir yazı yazmadığımı farkettim. Siz okurlarımı özlemiş olduğumu ve tekrar aranıza dönm.....
*VUUJJJPP* (plak durma sesi)

Naber? Hakkaten de baya uzun süredir yazmamışım. Durun bir update yapayım.

Paçavrayı aldım. Evde çekmecede duruyor. Nasıl aldın derseniz, ben de bilmiyom. Stresli oldu ama aldım bi şekilde.

"Hazırlığı hariç 6,5 sene"lik üniversite hayatımda şunu anladım: okumak bi boka yaramıyor. Şu anda okuldaki derslerde ne öğrendiysem unutmaya başladım ve unuttukça motoru açılan araba gibi uzun yolda basıyorum. Gerçi arada derslerden ufak tefek şeyleri kullandığım da oluyor. Zaten ne demişler, okulda öğrendiklerinizi süzdükten sonra geriye kalanlar gerçekten kazandıklarınızdır.

Ama "okulda" yani bu fasilite içerisinde geçirdiğim sürede öğrendiklerim oldukça değerliydi. Hüymın rileyşıns, prablım solving, kraysis menecmınt, risponsıbiliti hendıling falan. Tabi kulağa garip geliyo, sanki dev bir Enterprise yönetmişim gibi. Ama olay şu ki, beni 7,5 sene ellemeselerdi ben evden dışarı çıkmaz ve pinekler, mal gibi bir adam olurdum. Sonuçta okula gitmek durumunda kaldığım için bir şekilde yeni skill asset'ler edindim.

Bu arada aralara ingilizce kelimeler katmama hala alışamayanlar varsa, e artık alışın be amk.

Şimdi mezunum, çalışıyorum ve işimden memnunum, hayatım oldukça düzenli (ki bu benim için son yıllarda elde etmesi inanılmaz derecede güç bir şeydi), genel olarak mutluyum.

Aralık'ta askere gidicem. Ne, yüksek lisans mı? HAHAHA.

Gelince belki.

Ne diyeyim. Sanki yeni bir Era başlamış gibi. Daha güçlüyüm, çok daha akıllıyım falan. Kilo bile aldım hatta, göbek temeli attım, üstüne kat çıkmaya hazır.

Hadi şimdi gidin.

4 Ocak 2012 Çarşamba

Final Battle for The Paçavra

T.C. sınırları içerisinde milyonlarca insan üniversiteden 4 sene içerisinde mezun oluyor ve gidiyor. "Beyin Bedava" amcası gibi, ilk seneden itibaren gereğini yapıyorlar, derslere gidiyorlar, zamanında ödev teslim ediyorlar falan. O ödevler, projeler esnasında mırın kırın ediyorlar, biraz uykusuz kalıyorlar, belki 2. defa alıyorlar dersleri falan ama sonuçta o dersleri 4. senenin sonunda bitirip diploma denen paçavrayı ceplerine koyup sanki bir şeyi ispat etmiş gibi, patatese dönmüş bir beyinle serbest piyasaya girmeye çalışıyorlar. Kimisi okulunun ismi veya amcasının tanıdığı sayesinde bunu başarıyor. Ama burada vurgulamak istediğim şey, okul aşamasını öyle hızlı biçimde atlatıyorlar ki, ve aslında onlardan isteneni bilinçsizce ama tam şekilde yerine öyle iyi getiriyorlar ki, okul onlar için hayatlarının önemsiz bir 4 senesi gibi geçip gidiyor. "Bilmiyorlar ama yapıyorlar".


Fakat o kişiler, o veya bu nedenle okulunu yeterince uzatmış bir kişinin son finallerine hazırlanırken yaşadıkları stresi tahayyül dahi edemezler. Hele ki bu kişi bu aşamada bile okuluna %100 enerjisini ve zamanını ayıramıyorsa. O zaman bu kişi farklılaşmış oluyor. 6-7 sene aynı şeyle (ve benim durumumda tam istemediğim bir şeyle) uğraştıktan sonra bundan kurtulma olasılığı fazlasıyla hayali ve ütopik geliyor. Ama olmuyor mu, oluyor. Ama olana kadar insanı streslerde süründürüyor, kabuslara giriyor.


Okulun uzama nedeni, bakarsan bağ bakmazsan dağ olur prensibine dayalıdır. Derslere gidip sınavlardan önce de biraz çalıştığınızda en kallavi dersler hariç geçilir. En kallavi derslerde ise (bizim bölümümüz için Örnekleme örnek verilebilir mesela) mükemmel olmak zorundasınız. Her derse gitmek, her ödevi yapmak, sınavlardan önce sınırsızca çalışmak zorundasınız. Siz 1 derse gitmezsiniz, o derste sınavda çıkacaklara benzer sorular çözülür, ezberleyen ezberler, yapar geçer. Ama siz her dönem aynı adanmışlığı gösteremezsiniz ve 5 kere alırsınız o dersi. Kaderin güzel ve minik oyunları sayesinde sürekli 1 adım geride bulursunuz kendinizi. Hani XOX oyunu vardır ya, nolduğunu anlamadan karşıdakinin zaten sonraki hamlede siz naparsanız yapın üçlüyü tamamlayacağını görürsünüz. İş işten geçince anlarsınız napmanız gerektiğini. İşte benim okulla münasebetim hep böyle oldu. Onun gibi düşünemedim, onun kafa yapısına giremedim. Ezberle/Geç felsefesini özümseyemedim. Sürekli olarak, "bilmek", "anlamak", "özümsemek" ile geçmeye çalışırdım dersleri. 1-2 kere ufak mnemonic'leri sağa sola yazmak haricinde de hiç kopya çekmedim. Bununla ne kadar gurur duysam azdır. Çünkü bir şeyi biliyorsam biliyorumdur, bilmiyorsam bilmiyorumdur. Ama okul benim bu özelliklerimi beğenmedi. Kopya çekerek çok rahat geçen arkadaşlarımı görünce şüpheye düşüyordum ama bildiğim bildikti. O ders öğrenilecek, hazmedilecek, finalde zihnin ezber haznesinden değil bilgi haznesinden (bu kavramlar aralasında çok fark vardır) gelecek ve tüm sorular bilinçlice yapılacak, böyle geçilecek o ders. Öyle ki, bölümden mezun olunca kafamın içi çöple değil bilgiyle dolu olsun. Benim hayatımda yaptığım her şey için geçerli bu. Hiçbir şeyi iş olsun diye yapmam, bilgi ve yordamla yapmaya çalışırım. Hiç unutmam, finallere çalışılacaksa oturur, ilk günkü işlenen konulardan başlayarak tüm konuları tekrar etmeye başlar, sonra zaman daralınca bunun mümkün olmadığını anlar ve vazgeçer, hızlı hızlı yutmaya çalışırdım tüm tüm. E tabi sindiremezdim, boğazımda kalırdı. Halbuki insanlar bunu çözmüş baktım ki. Anahtar noktaları ezberliyorlar, mantığını kavramayı, o formülün nasıl türetildiğini pek önemsemiyorlar, hap gibi yutup, sindirip geçiyorlar. Sonra doğukan sınavda karalamalar, içinden çıkılamayan sorular, boş kağıtlar. Çünkü anlamadım, bilmiyorum. "Lan bırak bilmeyi öğrenmeyi, x yerine 3 yaz, sonucu bul, geç dersten!" diye çok ünlediler etrafımdakiler ama ben o şekilde yapamıyorum. Yani idealist falan olduğumdan değil, beceremiyorum öyle. Ezberim çok kuvvetli değil. Ancak gerçek idraktan ürettiğim kendi jenerik bilgimle biliyorsam yazabiliyorum onu. Bu benim metodumla okul bitirmenin ne kadar zor olduğunu anlayana kadar 3-4 sene geçmişti bile. Sonra da zaten diğer "basit" metodu özümsemem zor oldu (aslında basit olan, mantıklı olan benim yaptığım, öbürü daha zor, daha karışık ya, neyse). Hala da özümseyemedim tam, ama bir iki trick öğrendim sanırım. Geçen dönem birçok zor dersi bu şekilde verdim.


E tabi bu işlerin böyle olmasında haytalık payı da yok değildi. Her ne kadar okulu ve eğitim sistemini suçlasam da ihmalkârlığın da buralara gelmesinde payı vardır okulumun. Yoksa bir dersi 5 kere almış olmanın başka açıklaması olamaz. Ama benim de hayatım çok sakin geçmedi üniversite döneminde. Ve sürekli bir şeyler gelip tam "the moment of truth" esnasında damgasını vururdu okuluma, mesela finalden 1 hafta önce 3 gün üst üste performansta çalacak olmam. Final haftasında taşınmamız (çok şükür onlardan bolca yaşadığım için bazılarının final tarihine denk gelmesi kaçınılmazdı). Veya ne bileyim özel hayattaki çalkantılar, motivasyonsuzluk, asi genç ruhu, ne derseniz deyin. Böylece bu sorunlar okulu ikinci, hatta üçüncü plana atmama sebep olurdu. Aslında yanlış, hayatta ne olursa olsun önceliklerin belli olmalı veya gücünü bölebiliyor olmalısın. Ama yapı meselesi, Hyper Threading vermemiş yaradan. Neyse, derken derken bu olaylar, depresyonlar, buhranlar, müziğe kendini satmalar derken okul sıçtı. Hatta bir dönem gerçekten ipi salmıştım. Evde yattım ya. Öylece yattım. S*kerim okulu dedim ve yattım. Şunun gibi tablolar oluşmuştu, şu anda pişmanlık duysam da o zamanki ahval ve şerait içerisindeyken kaçınılmaz, engellenemez gibi görünüyordu:








Yani bu hareketi yaptıktan sonra yine iyi çevirdim diye düşünüyorum.

Her neyse, işin özü, benim kendimi de o zamanlar inandırdığım nedenlerden dolayı okul bi şekilde uzadı uzadı. Ama geçmişi bırakıp geleceğe gelir ve zararı nasıl telafi ettiğimi anlatmam gerekirse, geçen dönem şu yukarıdaki derslerin büyük kısmını B2 ve üzerin notlarla temizledim. Şu anda mezun adayıyım. Fakat şu son dönem kredi ihtiyacından aldığım 4 ders (Aktüerya, Felsefe, Makro İktisat, İstatistiksel Karar Kuramı) basit gibi görünen dersler olsa da, üniversite bana şunu da çok net öğretti: "BASİT DİYE BİR ŞEY YOKTUR".

Şu anda bir yandan da full time bir işim var, işimi de seviyorum ve mezun olduktan sonra da çalışmaya devam etmek istiyorum. Çalışmak çok güzel lan. Bi kere öğrencilik gibi değil, gerçek hayat ve gerçek, mantıksal kurallara göre iş yapıyosun çoğunlukla. Sonuçta ortada kazanılacak bi para var ve okuldaki gibi sana hazır damıtık verilen bilgiyi verip onu geri istemiyolar. Senin bilgi üretmen, yaratman ve onu faydaya, paraya çevirmen gerekiyor. Ben bunu daha çok seviyorum, yaratmayı, fikir yürütmeyi, mantıklı olanı. Ayrıca okula harcadığım zamandan daha az zaman harcıyorum, üstüne para vermiyorum para kazanıyorum. Ayrıca şirketim okulumla ilgili de gerçekten çok hoşgörülü ve uzlaşmacı yaklaşıyor. Fakat ne yapsam da zamanım kıymetli ve okulla gerçekten ilgilenmem gerektiği gibi veya istediğim gibi ilgilenemedim. Aklımda iş de var, okul da, özel hayat da, müzik de, bilmemne de. Okulda da devamsızlığı sorun edeni oldu, güç bela ikna ettim, karışıklık oldu, sınavlar çakıştı, hocalarla cebelleştim falan derken, bir şekilde orta notlarla vizeleri atlatıp zurnanın zırt dediği yere canlı tutmayı başardım mezuniyet hayalinin ateşini. Şu anda mezun olmamı haftaya 11-12-13 ve 18'inde gireceğim 4 sınav belirleyecek.

Şu açık ki; eğer çalışıyor olmasaydım bu sınavlar şu anda benim için o kadar büyük stres kaynağı olmazdı. Güler girer geçer diplomamı alır ve patates beynimle iş aramaya ben de katılırdım. Ama şu anda belli şeyler ilerlemekteyken beni arkadan çekiştiren bu safrayı atmak için delicesine yanıp tutuşurken stres kaçınılmaz.

Yine de bu hengameye ve strese rağmen elimden geleni yaptığıma ve birçok şeyi bu raddeye getirirken iyi bir iş çıkardığıma inanıyorum. Yani bu radde derken, şu an hayatta genel olarak bulunduğum raddeden bahsediyorum. Belki işleri herkes gibi düz yoldan yapmamış olabilirim, kulağımı tersten tutmuş olabilirim ama bir şekilde şu an geleceği hiç de bir mezun adayının görmesi gerektiği kadar karanlık görmüyorum, aksine, okul bitse de koşsam, gürlesem çağlasam, geleceğin güzelliklerine atlasam diye hayıflanıyorum.


Açıkçası kural yıkan, aykırı, cins, anarşist biri değilim ama, düzenle aramda belli bir alıp verememezlik var. Lawful (Kuralcı, kanunu seven) bir insanım ama belli bir düzende kendi kurallarım ve kanunlarım da var. Bunlara da riayet etmeye çalışırken başıma böyle nahoş şeyler geliyor. Mantık olan yerde genelde sıkıntı yaşamıyorum çünkü benim iç kurallarım tamamiyle mantıkla oluşturulmuş şeyler. Tabi bazı kurallarımı da yıkmama sebep oldu bu süreç. Haliyle uzun bi süreç (7,5 sene) olduğu için, hayatımı bile etkiledi, düşünme tarzımı, olaylara yaklaşımımı etkiledi. İşte ben 4 senede "hoop noldu bitti bu?" diye mezun olup gidenlerin çoğunun bu tür erdemleri alamadığını, kendilerine zerkedilen şeyleri söylendiği gibi otonom biçimde yapıp sonunda da mükafat beklediklerini düşünüyorum. Bu bir kıskançlık veya kuyruk acısı değil. Sadece "4 senede mezun olsam acaba ne değişmiş olurdu" diye düşününce çıkarsıyorum bunları. Kimisi mezun olduktan sonra öğreniyor, ya da hiç öğrenmeden hayatını noktalıyor. Ama yine de bence 4 sene bir okul için kısa. Sövsem de etsem de bu süre benim kafamı değiştirdi, inatçı ve mağrur köşelerimi törpüledi. Sonuçta okul benden de inatçı çıktı. Kafa tuttuğun sürece seni döven, terbiye eden çok katı bir mürebbiye gibi çıktı. Ben de bi yerde pes ettim.

Pes etmeyi öğrendim.

Risk almamayı, işi oluruna bırakmamayı, işleri şansa bırakmamayı öğrendim. Gerekirse ebeveyn gibi, eşeğini sağlam kazığa bağlamayı öğrendim.

Elimden geleni yapmayı öğrendim. Daha azını yapmamayı öğrendim.


Her neyse, özetle; okul benim kafamdaki kurallarımla ve yarattığım idealist egoyla yer yer çakıştığı için onunla anlaşamadık. Ama umarım bu ayın sonunda onunla dostça mücadele etmiş birer rakip gibi el sıkışarak ayrılacağız diye ümit ediyorum. Bana daha fazla köstek olmayacak, "hadi git, seni yeterince tuttum, daha fazla mani olmayayım, ama sen de az göt değilsin, lafımı dinlemicem diye inat ettin, hadi git bakalım, belki senin düsturların gerçek hayatta daha geçerlidir, daha çok işe yarar, belki ben seni anlayamadım" diyecek. Ben de "tabi öyle olacak, ne sandın y***rrrrğmm" diye şakalarla, nüktedan şekilde takılacağım ona, gülüşeceğiz.Ona düşman değilim, güzel zaman geçirdiğim de oldu. Ki bazen darlanıp "mezun olduktan sonra s**sen gelmem bi daha buraya üüöğğğğşşff" gibi köpürük cümleler kurmuş olsam da, gelir, bi çayını içerim arada. Belki çoluğum çocuğumla, eşimle dostumla gelirim.

Bir de giderken elime üzerinde "B.Sc." yazan (bsg der gibi) "paçavra"yı tutuşturacak. Bana, bazen zekamla ve hiçbir yeteneğimle açamadığım kapılara anahtar olmak dışında bir faydası olmayan o kağıt parçası. Ha, aslında bana faydası oldu onun. Alana kadar g*tüm patladığı için kıymeti daha fazla, okuldan daha çok şey öğrendim. Ama 4 sene sonunda alsaydım heralde gerçek bir paçavra olurdu benim için.

Hayat asıl hayatta öğreniliyormuş. Bunu yaşayan görüp bilir.


Neyse şimdi ders çalışmaya gitmem gerekiyor. Eşeği bağlayacak daha sağlam bir kazık bulmam gerekiyor.

Bu sınavlar da iyi geçip mezun olursam 24 pare top atışı yapacam. Şaka değil gerçek. 24 tane torpil alıp bölümün önünde atacam. Sonuçta benim için çok daha değerli bu diploma. Herkesin verdiğinden daha çok para verdim ben o diplomayı almak için olm.