4 Ocak 2012 Çarşamba

Final Battle for The Paçavra

T.C. sınırları içerisinde milyonlarca insan üniversiteden 4 sene içerisinde mezun oluyor ve gidiyor. "Beyin Bedava" amcası gibi, ilk seneden itibaren gereğini yapıyorlar, derslere gidiyorlar, zamanında ödev teslim ediyorlar falan. O ödevler, projeler esnasında mırın kırın ediyorlar, biraz uykusuz kalıyorlar, belki 2. defa alıyorlar dersleri falan ama sonuçta o dersleri 4. senenin sonunda bitirip diploma denen paçavrayı ceplerine koyup sanki bir şeyi ispat etmiş gibi, patatese dönmüş bir beyinle serbest piyasaya girmeye çalışıyorlar. Kimisi okulunun ismi veya amcasının tanıdığı sayesinde bunu başarıyor. Ama burada vurgulamak istediğim şey, okul aşamasını öyle hızlı biçimde atlatıyorlar ki, ve aslında onlardan isteneni bilinçsizce ama tam şekilde yerine öyle iyi getiriyorlar ki, okul onlar için hayatlarının önemsiz bir 4 senesi gibi geçip gidiyor. "Bilmiyorlar ama yapıyorlar".


Fakat o kişiler, o veya bu nedenle okulunu yeterince uzatmış bir kişinin son finallerine hazırlanırken yaşadıkları stresi tahayyül dahi edemezler. Hele ki bu kişi bu aşamada bile okuluna %100 enerjisini ve zamanını ayıramıyorsa. O zaman bu kişi farklılaşmış oluyor. 6-7 sene aynı şeyle (ve benim durumumda tam istemediğim bir şeyle) uğraştıktan sonra bundan kurtulma olasılığı fazlasıyla hayali ve ütopik geliyor. Ama olmuyor mu, oluyor. Ama olana kadar insanı streslerde süründürüyor, kabuslara giriyor.


Okulun uzama nedeni, bakarsan bağ bakmazsan dağ olur prensibine dayalıdır. Derslere gidip sınavlardan önce de biraz çalıştığınızda en kallavi dersler hariç geçilir. En kallavi derslerde ise (bizim bölümümüz için Örnekleme örnek verilebilir mesela) mükemmel olmak zorundasınız. Her derse gitmek, her ödevi yapmak, sınavlardan önce sınırsızca çalışmak zorundasınız. Siz 1 derse gitmezsiniz, o derste sınavda çıkacaklara benzer sorular çözülür, ezberleyen ezberler, yapar geçer. Ama siz her dönem aynı adanmışlığı gösteremezsiniz ve 5 kere alırsınız o dersi. Kaderin güzel ve minik oyunları sayesinde sürekli 1 adım geride bulursunuz kendinizi. Hani XOX oyunu vardır ya, nolduğunu anlamadan karşıdakinin zaten sonraki hamlede siz naparsanız yapın üçlüyü tamamlayacağını görürsünüz. İş işten geçince anlarsınız napmanız gerektiğini. İşte benim okulla münasebetim hep böyle oldu. Onun gibi düşünemedim, onun kafa yapısına giremedim. Ezberle/Geç felsefesini özümseyemedim. Sürekli olarak, "bilmek", "anlamak", "özümsemek" ile geçmeye çalışırdım dersleri. 1-2 kere ufak mnemonic'leri sağa sola yazmak haricinde de hiç kopya çekmedim. Bununla ne kadar gurur duysam azdır. Çünkü bir şeyi biliyorsam biliyorumdur, bilmiyorsam bilmiyorumdur. Ama okul benim bu özelliklerimi beğenmedi. Kopya çekerek çok rahat geçen arkadaşlarımı görünce şüpheye düşüyordum ama bildiğim bildikti. O ders öğrenilecek, hazmedilecek, finalde zihnin ezber haznesinden değil bilgi haznesinden (bu kavramlar aralasında çok fark vardır) gelecek ve tüm sorular bilinçlice yapılacak, böyle geçilecek o ders. Öyle ki, bölümden mezun olunca kafamın içi çöple değil bilgiyle dolu olsun. Benim hayatımda yaptığım her şey için geçerli bu. Hiçbir şeyi iş olsun diye yapmam, bilgi ve yordamla yapmaya çalışırım. Hiç unutmam, finallere çalışılacaksa oturur, ilk günkü işlenen konulardan başlayarak tüm konuları tekrar etmeye başlar, sonra zaman daralınca bunun mümkün olmadığını anlar ve vazgeçer, hızlı hızlı yutmaya çalışırdım tüm tüm. E tabi sindiremezdim, boğazımda kalırdı. Halbuki insanlar bunu çözmüş baktım ki. Anahtar noktaları ezberliyorlar, mantığını kavramayı, o formülün nasıl türetildiğini pek önemsemiyorlar, hap gibi yutup, sindirip geçiyorlar. Sonra doğukan sınavda karalamalar, içinden çıkılamayan sorular, boş kağıtlar. Çünkü anlamadım, bilmiyorum. "Lan bırak bilmeyi öğrenmeyi, x yerine 3 yaz, sonucu bul, geç dersten!" diye çok ünlediler etrafımdakiler ama ben o şekilde yapamıyorum. Yani idealist falan olduğumdan değil, beceremiyorum öyle. Ezberim çok kuvvetli değil. Ancak gerçek idraktan ürettiğim kendi jenerik bilgimle biliyorsam yazabiliyorum onu. Bu benim metodumla okul bitirmenin ne kadar zor olduğunu anlayana kadar 3-4 sene geçmişti bile. Sonra da zaten diğer "basit" metodu özümsemem zor oldu (aslında basit olan, mantıklı olan benim yaptığım, öbürü daha zor, daha karışık ya, neyse). Hala da özümseyemedim tam, ama bir iki trick öğrendim sanırım. Geçen dönem birçok zor dersi bu şekilde verdim.


E tabi bu işlerin böyle olmasında haytalık payı da yok değildi. Her ne kadar okulu ve eğitim sistemini suçlasam da ihmalkârlığın da buralara gelmesinde payı vardır okulumun. Yoksa bir dersi 5 kere almış olmanın başka açıklaması olamaz. Ama benim de hayatım çok sakin geçmedi üniversite döneminde. Ve sürekli bir şeyler gelip tam "the moment of truth" esnasında damgasını vururdu okuluma, mesela finalden 1 hafta önce 3 gün üst üste performansta çalacak olmam. Final haftasında taşınmamız (çok şükür onlardan bolca yaşadığım için bazılarının final tarihine denk gelmesi kaçınılmazdı). Veya ne bileyim özel hayattaki çalkantılar, motivasyonsuzluk, asi genç ruhu, ne derseniz deyin. Böylece bu sorunlar okulu ikinci, hatta üçüncü plana atmama sebep olurdu. Aslında yanlış, hayatta ne olursa olsun önceliklerin belli olmalı veya gücünü bölebiliyor olmalısın. Ama yapı meselesi, Hyper Threading vermemiş yaradan. Neyse, derken derken bu olaylar, depresyonlar, buhranlar, müziğe kendini satmalar derken okul sıçtı. Hatta bir dönem gerçekten ipi salmıştım. Evde yattım ya. Öylece yattım. S*kerim okulu dedim ve yattım. Şunun gibi tablolar oluşmuştu, şu anda pişmanlık duysam da o zamanki ahval ve şerait içerisindeyken kaçınılmaz, engellenemez gibi görünüyordu:








Yani bu hareketi yaptıktan sonra yine iyi çevirdim diye düşünüyorum.

Her neyse, işin özü, benim kendimi de o zamanlar inandırdığım nedenlerden dolayı okul bi şekilde uzadı uzadı. Ama geçmişi bırakıp geleceğe gelir ve zararı nasıl telafi ettiğimi anlatmam gerekirse, geçen dönem şu yukarıdaki derslerin büyük kısmını B2 ve üzerin notlarla temizledim. Şu anda mezun adayıyım. Fakat şu son dönem kredi ihtiyacından aldığım 4 ders (Aktüerya, Felsefe, Makro İktisat, İstatistiksel Karar Kuramı) basit gibi görünen dersler olsa da, üniversite bana şunu da çok net öğretti: "BASİT DİYE BİR ŞEY YOKTUR".

Şu anda bir yandan da full time bir işim var, işimi de seviyorum ve mezun olduktan sonra da çalışmaya devam etmek istiyorum. Çalışmak çok güzel lan. Bi kere öğrencilik gibi değil, gerçek hayat ve gerçek, mantıksal kurallara göre iş yapıyosun çoğunlukla. Sonuçta ortada kazanılacak bi para var ve okuldaki gibi sana hazır damıtık verilen bilgiyi verip onu geri istemiyolar. Senin bilgi üretmen, yaratman ve onu faydaya, paraya çevirmen gerekiyor. Ben bunu daha çok seviyorum, yaratmayı, fikir yürütmeyi, mantıklı olanı. Ayrıca okula harcadığım zamandan daha az zaman harcıyorum, üstüne para vermiyorum para kazanıyorum. Ayrıca şirketim okulumla ilgili de gerçekten çok hoşgörülü ve uzlaşmacı yaklaşıyor. Fakat ne yapsam da zamanım kıymetli ve okulla gerçekten ilgilenmem gerektiği gibi veya istediğim gibi ilgilenemedim. Aklımda iş de var, okul da, özel hayat da, müzik de, bilmemne de. Okulda da devamsızlığı sorun edeni oldu, güç bela ikna ettim, karışıklık oldu, sınavlar çakıştı, hocalarla cebelleştim falan derken, bir şekilde orta notlarla vizeleri atlatıp zurnanın zırt dediği yere canlı tutmayı başardım mezuniyet hayalinin ateşini. Şu anda mezun olmamı haftaya 11-12-13 ve 18'inde gireceğim 4 sınav belirleyecek.

Şu açık ki; eğer çalışıyor olmasaydım bu sınavlar şu anda benim için o kadar büyük stres kaynağı olmazdı. Güler girer geçer diplomamı alır ve patates beynimle iş aramaya ben de katılırdım. Ama şu anda belli şeyler ilerlemekteyken beni arkadan çekiştiren bu safrayı atmak için delicesine yanıp tutuşurken stres kaçınılmaz.

Yine de bu hengameye ve strese rağmen elimden geleni yaptığıma ve birçok şeyi bu raddeye getirirken iyi bir iş çıkardığıma inanıyorum. Yani bu radde derken, şu an hayatta genel olarak bulunduğum raddeden bahsediyorum. Belki işleri herkes gibi düz yoldan yapmamış olabilirim, kulağımı tersten tutmuş olabilirim ama bir şekilde şu an geleceği hiç de bir mezun adayının görmesi gerektiği kadar karanlık görmüyorum, aksine, okul bitse de koşsam, gürlesem çağlasam, geleceğin güzelliklerine atlasam diye hayıflanıyorum.


Açıkçası kural yıkan, aykırı, cins, anarşist biri değilim ama, düzenle aramda belli bir alıp verememezlik var. Lawful (Kuralcı, kanunu seven) bir insanım ama belli bir düzende kendi kurallarım ve kanunlarım da var. Bunlara da riayet etmeye çalışırken başıma böyle nahoş şeyler geliyor. Mantık olan yerde genelde sıkıntı yaşamıyorum çünkü benim iç kurallarım tamamiyle mantıkla oluşturulmuş şeyler. Tabi bazı kurallarımı da yıkmama sebep oldu bu süreç. Haliyle uzun bi süreç (7,5 sene) olduğu için, hayatımı bile etkiledi, düşünme tarzımı, olaylara yaklaşımımı etkiledi. İşte ben 4 senede "hoop noldu bitti bu?" diye mezun olup gidenlerin çoğunun bu tür erdemleri alamadığını, kendilerine zerkedilen şeyleri söylendiği gibi otonom biçimde yapıp sonunda da mükafat beklediklerini düşünüyorum. Bu bir kıskançlık veya kuyruk acısı değil. Sadece "4 senede mezun olsam acaba ne değişmiş olurdu" diye düşününce çıkarsıyorum bunları. Kimisi mezun olduktan sonra öğreniyor, ya da hiç öğrenmeden hayatını noktalıyor. Ama yine de bence 4 sene bir okul için kısa. Sövsem de etsem de bu süre benim kafamı değiştirdi, inatçı ve mağrur köşelerimi törpüledi. Sonuçta okul benden de inatçı çıktı. Kafa tuttuğun sürece seni döven, terbiye eden çok katı bir mürebbiye gibi çıktı. Ben de bi yerde pes ettim.

Pes etmeyi öğrendim.

Risk almamayı, işi oluruna bırakmamayı, işleri şansa bırakmamayı öğrendim. Gerekirse ebeveyn gibi, eşeğini sağlam kazığa bağlamayı öğrendim.

Elimden geleni yapmayı öğrendim. Daha azını yapmamayı öğrendim.


Her neyse, özetle; okul benim kafamdaki kurallarımla ve yarattığım idealist egoyla yer yer çakıştığı için onunla anlaşamadık. Ama umarım bu ayın sonunda onunla dostça mücadele etmiş birer rakip gibi el sıkışarak ayrılacağız diye ümit ediyorum. Bana daha fazla köstek olmayacak, "hadi git, seni yeterince tuttum, daha fazla mani olmayayım, ama sen de az göt değilsin, lafımı dinlemicem diye inat ettin, hadi git bakalım, belki senin düsturların gerçek hayatta daha geçerlidir, daha çok işe yarar, belki ben seni anlayamadım" diyecek. Ben de "tabi öyle olacak, ne sandın y***rrrrğmm" diye şakalarla, nüktedan şekilde takılacağım ona, gülüşeceğiz.Ona düşman değilim, güzel zaman geçirdiğim de oldu. Ki bazen darlanıp "mezun olduktan sonra s**sen gelmem bi daha buraya üüöğğğğşşff" gibi köpürük cümleler kurmuş olsam da, gelir, bi çayını içerim arada. Belki çoluğum çocuğumla, eşimle dostumla gelirim.

Bir de giderken elime üzerinde "B.Sc." yazan (bsg der gibi) "paçavra"yı tutuşturacak. Bana, bazen zekamla ve hiçbir yeteneğimle açamadığım kapılara anahtar olmak dışında bir faydası olmayan o kağıt parçası. Ha, aslında bana faydası oldu onun. Alana kadar g*tüm patladığı için kıymeti daha fazla, okuldan daha çok şey öğrendim. Ama 4 sene sonunda alsaydım heralde gerçek bir paçavra olurdu benim için.

Hayat asıl hayatta öğreniliyormuş. Bunu yaşayan görüp bilir.


Neyse şimdi ders çalışmaya gitmem gerekiyor. Eşeği bağlayacak daha sağlam bir kazık bulmam gerekiyor.

Bu sınavlar da iyi geçip mezun olursam 24 pare top atışı yapacam. Şaka değil gerçek. 24 tane torpil alıp bölümün önünde atacam. Sonuçta benim için çok daha değerli bu diploma. Herkesin verdiğinden daha çok para verdim ben o diplomayı almak için olm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder