21 Mayıs 2013 Salı

Yata yata Nazilik?

Çağımızda birçok kişi için veba gibi kaçınılacak bir olgu olan, bazıları için gururla, patriotik duygularla koşa koşa gidilen, diğerleri için ise sadece sıradan bir görev bilinciyle "aradan çıksın" amacıyla teslim olunan; ama neresinden bakılacak olursa olsun önemli bir safha olan "Askerlik" olgusunu atlatmış olduğumu söyleyebiliyor olmaktan dolayı mutluyum.

Aslında mutlu değilim de, ne bileyim, insan uzun süre boyunca planını programını yaptığı, hayat planlarını dayandırdığı, önünde daima somut, heyhula gibi duran bir engeli aşınca, ister istemez "oh be" diyor. Tıpkı final döneminde son finalin de bitmesiyle yaşanan rahatlama gibi. Evet, mutluluk değil rahatlama diyebiliriz buna.

155 gün boyunca birçok şeye maruz kaldım. Bunların hepsini sıralayacak değilim, korkmayın. Ama en bariz olanlarını askerlik kafasından ve terimlerinden uzak şekilde, daha sosyal tabirler kullanarak maddeler halinde kısaca listelemek isterim:

-İnsanlarla iletişim kurmayı öğrendim. Şunu gördüm ki, asıl marifet, anlaşabildiğiniz, kafa yapınızın benzer olduğu insanlarla değil, size birebir zıt, düşünce olarak, anlayış olarak, eğitim olarak, sosyo-ekonomik olarak bambaşka bir kesimden gelmiş insanlarla anlaşabilmek. Gerçek sosyallik buymuş. Hani "feys"teki arkadaş sayınız, instagram'da kaç arkadaşınızın çektiğiniz fotoğrafı beğendiği ile sosyallik olmuyormuş. Burada cCc Bahçeli Reyiz cCc'in de dediği gibi "ossosaltı essnik vörsün" (36 etnik köken)den insanla haşır neşir olmak durumundasınız. Buna, aynı yerde yatıp kalktığınız, günün 25 saatini beraber geçirdiğiniz silah arkadaşlarınız da dahil, sizin üzerinizde 155 gün boyunca mutlak bir gücü olan komutanlarınız da. Nöbet esnasında 2 saat boyunca, normalde en ufak bir bilgi alışverişi veya dialog yaşamayacağınız biriyle uzun uzadıya sohbet etmek zorundasınız. Neden zorundasınız? Çünkü 1 m²'lik bir alanda yan yana duruyorsunuz. Adam psikolojik sıkıntıları olan birisi olabiliyor, cebinde ağzına kadar dolu şarjörleri var, ve siz orada durup onunla sohbet ediyorsunuz. Beni gerçekten çok zorlayan bir sınırdı bu Sosyolojik sınır. Ama yine de diğer kısa dönem'ler arasında diğerleriyle en iyi iletişimi kuran olduğumu düşünüyorum. Birkaç ufak sürtüşme dışında büyük bir olay olmadığı gibi, iyi veya kötü gittiğimize üzüldüklerini bile düşünüyorum. Tabi 460 gün askerlik yapmalarının acısını muhakkak orda veya burda bizden çıkarmaya çalışmışlardır, defalarca anlatmamıza rağmen, bizimkinin adaletsizlik olduğunu düşünüyorlardır içten içe. Ama mantıklı ve düzeyli iletişim kurmayı başardık diye tahmin ediyorum. Ha, yeri geldi el kol şakası kıvamına bile geldik kardeşlerimizle, bu da bizim içimizdeki "uzun dönem"in ortaya çıktığı anlardı.

-Yeteneklerimin çok dışında işlere bulaştım. Normalde hiç kimse bana 26 yıl boyunca gelip "al bu fırçayı, çekici, el arabasını, balyozu, tornavidayı, şu şu işi yap" demedi. Hatta heves edip "dur ben de deniyeyim" diye elime bir alet edevat alınca "dur bırak sen bana ver" dendi. Burada işgücü ve profesyon dalları kısıtlı olduğu için ve birliğin yapısı itibariyle (Geri Destek) herkese iyi kötü her işi yaptırabiliyorlar. Gerçekten çok geniş yelpazede işler yaptım. Bunların hepsini sıralamak istemiyorum ama yeri geldiğinde önemli evrakların Word/Excel üzerindeki tanzimini de yaptım, yeri geldiğinde ellerimi kollarımı olancasıyla 10w-40 dizel motor yağına da bandırdım, silah tamir ederken de görülebiliyordum, çay taşırken de, elimde balyozla beton kırarken de (bina  yıkmak, yapmaktan daha zevkliymiş).

Silahlarla uğraşmak ise sanırım en çok sevdiğim iş oldu. Çocukluğumdan beri silahlara Eugene Tackleberry'sel bir sevgi duyduğum doğrudur. Kendi isteğimle Silah Bakım kademesine geçmemin nedeni de buydu. Kısım komutanımın bendeki merakı fark ederek bana merakımı giderecek bol bol kitap tedarik etmesi de çok tatlı bir jestti.




Silah Bakım kademe'sinde ve genel olarak "Tamir" birimi olan Kademe'deki ilk ve tek Kısa Dönem'dim, belki de sonuncusuyum. Çılgınlığı tahayyül etmeniz için bu söylediğim yeterli olur heralde. Zaten beni manyak manyak ter atarken gören komutanlar "noldu, mutlu musun kısım değiştirdiğine?" diye alaycı tavırlarla soruyorlardı. Önceki kısımda tek işim sigara dumanı soluyarak bilgisayarsal işlere bakmak ve diğer zamanlarda devlet memurundan bozma komutanlara çay taşımaktı. Sonraki görevlerim ise minimum 8 STR ve 6 DEX isteyen işlerdi. Hele de apansız şekilde denetlemeye tabi tutulduktan sonra 40 gün boyunca mesai cezasına çarptırılan yer o yeni geçtiğim kısım olunca, "işte askerlik bu" dedim kendi kendime. Belki bunu okuyanlar bana kızıyordur, "yatış askerlik varken enayi misin lan" diyordur ama, ben hiç pişman değilim bu durumdan. Askerliğin o kadar boş bir şey olduğuna inanmak istemedim, şöyle askerlik yapmak istemedim:




Özetle, bir emir verildiğinde durup duraksayıp Cem Yılmaz'ın dediği "Professional Orientation in Turkish Army" konusunu düşünüyordum. Adam az bile söylemiş. Sonuç: fiziksel olarak bolca yoruldum ama gerçekten zihniyle çalışmaya alışmış biri için bedensel iş yapmak farklı bir duygu, gerçekten bir şeyler inşa etmek veya ham kol gücüyle çalışmak. Ayrıca güzel bir antrenman oldu. Ağır iş yapılacağı zaman hiçbir zaman kaçmadım. Hatta benim asıl kaçtığım, asıl yeteneğim olan bilgisayar işleriydi. Excel tablolarından midem ziyadesiyle bulandı.

-Az yiyecekle yaşamayı öğrendim. Adamların yemeği veriş ölçüsü kaşıkla, kepçeyle değil, gramla, ons'la. Ama bu konuda orduyu suçlamıyorum, spesifik olarak o kışlanın amirini suçluyorum. Yemek son derece kötü ve miktar olarak yetersizdi ama bunu asla kabul etmek ve düzeltmek yoluna gidilmedi. Ağır çalışılan bir günün, nöbetin, sporun, eğitimin ardından yediğiniz 14 bulgur tanesi, doğal olarak gücünüzü toplamanıza yetmiyor. Epeyi kilo verdim.

-Sabırlı olmak erdemdir. Sabır kolay kazanılan bir yeti değil. Ama her konuda sabırlı olmaya zorlandığınız tek yer askerlik. Şimdi bu konsept bir çoğuna anlamsız gelebilir: mutsuzsun, istemediğin şeyleri yapmak zorundasın, hiçbir açıdan özgür değilsin, neredeyse ossurduğun zamana ve şekle bile karışan bir yapı var ve senin bu yapıya uymamak gibi bir opsiyonun hiçbir şekilde yok. İşte bu konsepti algılayabildiğin, direncini kırdıkları anda, sabır mekanizması devreye giriyor. Ayrıca her fırsatta sıra beklemek, yemek için, duş için, çikolata almak için, tuvalete girmek için, çarşıya çıkmak için, her şey için sıra beklemek, tamamen sabır işi. Hiçbir iş istediğiniz anda istediğiniz biçimde olmuyor.

Şimdi bittiğini düşününce geriye dönüp bakıyorum da, kafamı sağlam şekilde kapatıp, gerçekten de layığıyla görevlerimi yerine getirdim, gücümün son damlasına kadar fayda sağlamaya çalıştım. Bunları yüksek bir milli bilinçle yapmadım, zira oradaki yapının milliyet seviyesinde pek bir faydası yok, genel olarak kendi kendini çekip çevirmeye zor yeten bir yapı maalesef. Ama görev bilinci ve sorumluluk duygusu ile hareket ettim ve ordu da bu durumdan ziyadesiyle memnun kalmış olsa gerek ki arkadaşlarım arasından sadece beni "Üstün Hizmet Belgesi" ile ödüllendirdi.

Tabii ki sövdüğüm, bunaldığım, şafak saydığım günler oldu, komutanlarla papaz olduğum günler oldu, özlem duyduğum, daraldığım günler oldu. Ama bunlar da herkesin bildiği gibi, askerliğin en has duyguları. Hatta arabeske vurup nasıl şarkılar yapılmış askerlikle ilgili, zannedersin Metris cezaevindeyiz.

Ama açık ara en büyük sıkıntım, sanki her şey böyle abuk kalacakmış, normale dönmeyecekmiş gibi gelmesi. Kafam hala bulanık, algılarım ve zihnim hala flu, kasıtlı olarak aşağıya çektiğim IQ'm hala oralarda dolanıyor. Bu beni korkutuyor ve bunaltıyor ama sanırım bunun geçmesi de bir zaman meselesi.


Her neyse, bir şekilde bunları atlatıp son günlere geldim. Bundan sonra gidecek olanlara sabır diliyorum. Ve her şeyden çok, kabullenme ve sorgulamama tavsiye ediyorum. Ben askere "not a big deal" diye gidip, "hmm aslında o kadar da basit bir şey değilmiş" diye yaşayanlardandım. Ama gerçekten askerliği gizliden gizliye severek yaptım, o kafayı başka bir yerde yaşayamayacağımı çok iyi biliyorum.

Bizden önce 150'den fazla kısa dönem kafilesi gitmiş, bizden sonra da 351 (onlar geldi zaten), 353, 355, 357 KD falan gidecek. Önceden gidenlere söylüyorum: gerçekten askerliğin anlatılacak çok fazla şeyi varmış ve siz anlatılması gerektiği gibi anlatmamışsınız hiç. Ama hak veriyorum, askerlik bittikten sonra insanın kafasında "ne oldu tam hatırlamıyorum, bi şeyler oldu, saçma bi olaylar oldu ve bitti" diye abuk bir bulamaç kalıyor ve anlatacak şey bulamıyorlar. Bir de askerlik anlatılarak aktarılacak bir şey değilmiş cidden.

Gidecekler için söylüyorum, siz siz olun, orada gördüğünüz hiçbir şeye şaşırmayın.


Ne concon, ne tiki
Şafak sadece İKİ

Bkm. Onb. Doğukan Tunç - ANKARA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder